Düzenli, Muhittin. “Hadis Kitâbeti Karşıtlığının Tarihî Arka Planı”.
Diyanet İlmî Dergi 59 Araştırma makalesi /
(2023), 521-550. Research article
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ
TARİHÎ ARKA PLANI
HİSTORICAL BACKGROUND OF
OPPOSITION OF THE WRITING OF ABSTRACT
The issue of kitābat al-hadīth,
HADITHS which is shaped around the
narrations conveyed from
the Prophet Muhammad
Geliş Tarihi: 08.01.2023 Kabul Tarihi: 01.06.2023 regarding whether the hadiths
were written or not, has been
MUHİTTİN DÜZENLİ one of the most debated
DOÇ. DR. issues in the field of hadith
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ studies. Although it has been
a subject of debate since the
İLAHİYAT FAKÜLTESİ early periods of the history
orcid.org/0000-0002-0916-5181 of hadith, the issues related
[email protected] to the historical background
of the opposition to kitabat,
which continued until the
end of the second century
of Hijri, have mostly failed
to go beyond repetition.
There are many philological,
psychological, cultural and
sociological reasons for
this opposition beyond the
narrations attributed to the
Prophet. So, this study aims
ÖZ to address these reasons
Hadislerin yazılıp yazılmadığına yönelik Hz. Peygamber’den based on the narrations
related to the subject. As
nakledilen rivâyetler etrafında şekillenen kitâbetü’l-hadîs me-
far as we could observe, the
selesi, hadis ilmi içerisinde en fazla tartışılan hususlardan biri reasons behind the opposition
olmuştur. Hadis tarihinin ilk dönemlerinden itibaren tartışma to kitabat, which continued
konusu olmasına rağmen hicrî ikinci asrın sonlarına kadar until the end of the second
devam eden kitâbet karşıtlığının tarihsel arka planına ilişkin century of Hijri, include the
dile getirilen hususlar genelde tekrardan öteye geçememiştir. predominance of oral culture,
Bu karşıtlığın, Hz. Peygamber’e atfedilen rivâyetlerin ötesinde the fact that the Arabic
filolojik, psikolojik, kültürel ve sosyolojik birçok nedeni script was unable to transfer
bulunmaktadır. İşte bu çalışma söz konusu nedenleri konu ile information from written
documents and therefore
ilgili rivâyetlerden yola çıkarak ele almayı hedeflemektedir.
oral culture was considered
Görebildiğimiz kadarıyla hicrî ikinci asrın sonlarına kadar de- more reliable, the concern
vam eden kitâbet karşıtlığının arka planında sözlü kültürün son that unqualified people might
derece baskın olması, Arap yazısının yazılı vesikalardan bilgiyi be more engaged in the
aktarabilmek için yeterli düzeye gelmemesi ve bu nedenle narration of hadith and might
sözlü kültürün daha güvenilir görülmesi, ehliyetsiz kimselerin transmit hadiths in a way that
hadis rivâyetiyle daha fazla meşgul olabileceği ve hadisleri was not in accordance with
aslına uygun olmayan bir şekilde nakledebileceği endişesi ve the original, and the concern
kişisel görüşlerin yazı ile rivâyetleşmesi endişesi gibi nedenler that personal opinions would
be narrated in writing.
bulunmaktadır.
Keywords: Hadith, Arabic
Anahtar Kelimeler: Hadis, Arap Yazısı, Sözlü Kültür, Yazılı Script, Oral Culture, Written
Kültür, Hadislerin Yazılması. Culture, Writing of Hadiths.
522 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
SUMMARY
The issue of the writing of hadiths has been one of the most
debated issues in the history of Islamic thought and many views
have been put forward on this issue from history to the present
day. This issue, which was intensely emphasized both in the
classical and contemporary periods, was generally evaluated by
the ancient scholars in the context of reconciling the conflicting
narrations on the subject, while in contemporary studies, it was
mostly dealt with as a response to the views of orientalists. In
this study, rather than historical information and approaches to
the issue of writing hadiths, the reasons for the opposition to
the writing of hadiths that emerged with some narrations in the
historical process were discussed. Although the prohibition aga-
inst the writing of hadiths did not become a general prohibition
during the Prophet's time and hadiths were written down to some
extent by the companions (sahāba), it is an undeniable fact that
the opposition to writing continued partially in the post-Prophet
period of the sahāba and tabi'in. Undoubtedly, it is not possible
to attribute the reason for the negative opinions regarding the
writing of hadiths solely to the Prophet's hadiths on the subject.
It should also be noted that each period had different socio-cul-
tural dynamics, as well as the cultural background and attitude
of each individual engaged in the narration of hadith. Therefore,
the difference in individual perceptions and attitudes between the
periods also differentiated the reasons for the opposition to the
writing of hadiths. Undoubtedly, there are many philological, ps-
ychological, cultural and sociological reasons for this opposition.
The attitude towards the writing of hadiths in the period after the
Companions is almost similar to the period of the Companions.
Besides to those who had a negative attitude towards the writing
of hadiths in the period of great tabi'in, it is seen that there were
people who tried to use even the most limited means in this
regard. The presence of narrators who were trying to write the
hadiths on their palms or even on their shoes, when they could
not find any writing material, shows that the positive attitude
towards writing is strong. However, in this period, there were
those who took a negative attitude towards the hadith book.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 523
The main concern of those who had a negative attitude towar-
ds the writing of hadiths in the tabi'in period is that these texts
would be given more importance than the Qur'an, as was the
case in the period of the Companions, and that some informa-
tion for interpreting the hadith will be would be mixed by the
hadith itself when transferring them in these books. However,
memory has never lost its importance even in the tabi'in period.
This does not mean that hadith writing did not exist at all.
Although the number of people who recorded hadiths in written
texts increased in the post-companion period, it was seen that
the discussions around the writing of hadiths also increased and
many people were against writing hadiths for various reasons.
Those who took a negative attitude towards the writing of
hadiths in the periods of Companions and post-companion put
forward the following reasons for their objections and fears:
writing down the hadiths will pave the way toward weakening
the memorization of hadith, getting the written hadith docu-
ments into the hands of the unqualified people, and mixing of
hadith with its interpretations and the words of other people.
As far as we can see, the negative attitude towards the writing
of hadiths, which continued till the end of the second century of
the Hijra, is the fact that oral culture was extremely dominant
in Arab culture, the Arabic script was not at a sufficient level
to convey information in written documents, and therefore oral
culture was seen as more reliable. There was the fear that in-
competent people might be busier with transmitting the hadiths
in an inaccurate way, that is, the hadith interpretations would be
narrated as hadiths. However, the condition of the Arabic script
was the most important reason for the negative attitude towards
writing the hadiths. Because in societies where oral culture is
common, it is natural that writing praxis and the development of
writing tools is dramatically limited and slow. When we look at
the historical development of the Arabic script, the use of pun-
ctuation marks that facilitated the reading and transferring the
error-free texts became widespread long time after the death of
the Prophet. There is no doubt this development of Arabic script
created some problems in the transmission of written literature.
524 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
GİRİŞ
H
adislerin yazılması, diğer bir ifadeyle kitâbetü’l-ha-
dîs konusu hadis merkezli tartışmaların temelin-
de yer alan ve hem hadis savunucularının hem de
hadislere yönelik tenkitçi tavır sergileyen araştırmacıların
sıklıkla dile getirdiği bir meseledir. Tarih boyunca hadis il-
minin konuları içerisinde üzerinde en fazla konuşulan bir
mesele olmasının ötesinde çoğu zaman oryantalist, bazen de
Müslüman bilginler tarafından istismar edilen konulardan
biri olmuştur.
Gerek klasik dönemde gerekse çağdaş dönemde üzerinde
yoğunlukla durulan bu mesele, kadîm ulemâ tarafından
genellikle konu ile ilgili çelişik (ihtilaflı) rivâyetlerin
uzlaştırılması bağlamında değerlendirilirken, çağdaş
araştırmalarda, çoğunlukla oryantalistlerin görüşlerine
cevap mahiyetinde ele alınmıştır. Bu çalışmada kitâbetü’l-
hadîs meselesine ilişkin tarihî bilgiler ve yaklaşımlardan
ziyade; bir kısım rivâyetlerle birlikte ortaya çıkan hadis
yazımı karşıtlığının tarihî süreç içerisindeki sebeplerine
temas edilecektir. Her ne kadar Hz. Peygamber döneminde
hadislerin yazımına yönelik nehiy umûmî bir yasak haline
gelmemiş ve sâhâbe tarafından hadisler bir ölçüde yazıya
geçirilmiş olsa da hadis yazımı karşıtlığının Hz. Peygamber
sonrası sahâbe ve tabiîn döneminde kısmen devam ettiği
de inkâr edilemez bir olgudur. Bu karşıtlığın gerekçesini
sadece konu ile ilgili Hz. Peygamber’den (s.a.s.) nakledilen
rivâyetlere dayandırmak sığ bir bakış açısından öteye
geçemez. Şunu da söylemeliyiz ki, her dönemin sosyo-
kültürel farklı dinamikleri olduğu gibi hadis rivâyetiyle
iştigal eden her bir kimsenin kültürel birikim ve tutumu
da farklı olmuştur. Dolayısıyla dönemler arasında bireysel
algı ve tutumların farklı olması, hadislerin yazılmasına
yönelik karşıtlığın gerekçelerini de farklılaştırmıştır. Hiç
şüphesiz bu karşıtlığın filolojik, psikolojik, kültürel ve
sosyolojik birçok nedeni bulunmaktadır. İşte bu çalışmada
söz konusu gerekçeleri, tespit edebildiğimiz kadarıyla ele
almak istiyoruz. Öte yandan toplumda ve bilim dünyasında
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 525
yaygın olmayan; bireysel kalmış bazı endişelerin, bu gerekçeler arasında
zikredilmesini de doğru bulmadığımızı belirtmeliyiz. Bu çalışmada
üzerinde duracağımız gerekçeler, toplumda yaygın olan ve medârü’l-hadîs
kavramıyla da ifade edebileceğimiz, rivâyetlerin çıkış kaynağı konumunda
bulunan râvilere dayandırdığımız hususlardır. Zira hadislerin yazımının hoş
karşılanmamasının, hem râvilerin bireysel algı ve tutumları açısından tek
bir nedeni yoktur, hem de Hz. Peygamber dönemindeki gerekçeler ile daha
sonraki dönemlerin ortak gerekçeleri arasında farklılıklar bulunmaktadır.
Konu ile ilgili yapılan çalışmalara bakıldığında meselenin genelde Hz.
Peygamber dönemi ile sınırlandırıldığını ve büyük ölçüde de hadis kitâbeti
karşıtlığının gerekçelerinin, konu ile ilgili Hz. Peygamber’den aktarılan
muhtelif rivâyetler etrafında şekillendiğini görmekteyiz. Hâlbuki hadislerin
yazılmasına yönelik olumsuz kanaatler sadece bu rivâyetler çerçevesinde
gelişmemiştir. Uzun bir süre devam ettiği görülen bu karşıtlığı tek bir
nedene indirgemek doğru olmadığı gibi Arap toplumunun kültür dokusu
ve bu kültür içerisinde yetişen râvilerin yaklaşımları dikkate alınmadan
yapılacak değerlendirmeler de doğru sonuç vermeyecektir.
1. Arap Toplumunda Sözlü Kültürün Baskın Durumu
Bilginin sonraki nesillere intikalinde yazının ve yazılı kültürün ne kadar
önemli bir yere sahip olduğu malumdur. Ancak yazılı hale getirilen bilgilerin
de tashîf1 ve tahrîfe maruz kaldığı da bilinmektedir.2 Günümüzde yazıya
duyulan güvenin bir benzeri, sözlü geleneğin yaygın olduğu toplumlarda
hâfızaya tevdi edilmiştir. Büyük ölçüde sözlü geleneği benimsemiş Arap
toplumu, çoğunluk itibariyle okuma-yazma bilmeseler de, tarihsel olayları
en ince detaylarına kadar ezberleyip birbirlerine aktarabilmişlerdir.
Arap kültüründe ve hadislerin naklinde sözlü geleneğin bu kadar yaygın
olmasında, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Benden bir hadis duyan ve bu hadisi
başkalarına aktarıncaya kadar ezberleyip koruyan kimsenin Allah yüzünü
ağartsın.”3 şeklindeki, hadislerin nakline vurgu yapan sözünün de etkili
olduğu bir gerçektir. Her ne kadar açık bir şekilde şifâhî nakil vurgusu bu
rivâyette dile getirilmemiş olsa da sözlü kültürün baskın durumu hadislerin
şifâhen aktarılmasını öncelikli hale getirmiştir.
1
Sözlükte tashîf, “bir sayfada birbirine benzeyen harflerden oluşan kelimeleri yanlış
okumak, yanlış yazmak veya yanlış rivâyet etmek” demektir. Tasahhuf “birbirine
benzeyen harflerin sayfada hatalı kaydedilmesi”, sahafî ve musahhif “yanlış okuyan,
yanlış yazan kimse” anlamına gelmektedir. Bk. Emrullah İşler, “Tashîf”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2011), 40/128.
2
Ahmet Yücel, “Hadislerin Yazılmasıyla İlgili Rivayetlerin Tenkit ve Değerlendirilmesi”,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 16-17 (2014), 91.
3
Muhammed b. İsâ Tirmizî, es-Sünen (Riyâd: Beytü’l-Efkâr ed-Düveliyye, 1998),
“İlim”, 38/7; Ebû Dâvûd, es-Sünen (Riyâd: Beytü’l-Efkâr ed-Düveliyye, 1998),
“İlim”, 24/10.
526 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
Ayrıca şunu da ifade etmeliyiz ki, henüz sözlü kültürden yazılı kültüre
geçmemiş ve bilginin naklinde hâfızayı birinci derecede kabullenen bir
toplumun, sahip olduğu bilgiyi sözlü olarak aktarmaktan başka çaresi
yoktur. Zira sahip olunan kültürün ve kültürel unsurların kısa zamanda
değişmesi sosyolojik olarak da mümkün değildir. Kaldı ki; yazıya karşı
olumsuz tutum sadece İslâm toplumu içerisinde görülen bir şey değildir.
Sözlü kültüre sahip her toplumda benzer kanaatlerin oluşması tabiidir.
İbrânî gelenekte yazı karşıtlığı olduğu gibi,4 Yunan felsefesinde de benzeri
bir tavrın olduğunu görmekteyiz. David West bu karşıtlığı izah ederken
Platon’un da aynı nedenden dolayı yazıdan şüphe ettiğini, yazının bellek
için yalnızca görünüşte iyi olduğunu ve bilginin aktarımında daha az
güvenli bir yol olarak telakki edildiğini aktarmaktadır.5
Aslında benzeri bir paradoksu, hadislerin yazılmasına karşı çıkılmasında
da görmekteyiz. Nitekim Hz. Peygamber’in vefatını müteakip hadislerin
yazılmasını kerih [çirkin] gören birçok kimsenin, hadisleri yazdığı veya
kendisinden yazılmasına müsaade ettiği bilinmektedir. Bunun sebeplerine
sonraki başlıklarda değineceğiz.
Arap toplumunda, sözün ve sözlü kültürün ne denli önemli olduğu ma-
lumdur. “İlim sadırlarda (ezberde) olandır, satırlarda olan değil” [العلم في
]الصدور وليس في السطور, “Kalbindeki bir harf, sahîfendeki on harften daha iyi-
dir”6 ] [حرف في قلبك خير من عشرة في طوماركdarb-ı meselleri, Araplarda sözlü kül-
türün ne kadar önemsendiğini göstermektedir. Bu nedenle Arap kültüründe
ilmin basamakları “susmak, dinlemek, ezberlemek, akletmek ve yaymak”
şeklinde yazının hiç vurgulanmadığı beş aşama olarak ele alınmıştır.7
İşte böyle bir ortamda Hz. Peygamber insanlarla sözlü iletişime girmiştir.
Arap kültüründe sözlü kültürün hâkim olması, hadislerin naklinde yazılı
kültürün geri planda kalmasına ve rivâyetlerin çoğunlukla sözlü [şifâhi]
olarak aktarılmasına neden olmuştur.8 Hadis tarihine bakıldığında, yazılı
hadis sahîfelerine sahip olanların bile hâfızadan rivâyeti tercih ettiklerini
ve sâhibu’l-hıfz olmanın bir şeref payesi olarak algılandığını görmekteyiz.9
Hafızasıyla meşhur muhaddislerden Ebû Dâvud et-Tayâlisî’nin (ö.
203/818) Bağdat’a gelip binlerce hadis rivâyet ettiği, Basra’ya döndükten
4
Bk. Mehmet Sait Toprak, “İslâmî Gelenekte ‘Kitâbet’ Aleyhtarlığının Yahudî Menşei
Meselesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 25 (2007), 147-175.
5
David West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, çev. Ahmet Cevizci (İstanbul:
Paradigma Yayınları, 1998), 252.
6
Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn (Beyrût: Mektebetu’l-Hilâl, 2002), 2/216.
7
İbn Kuteybe, ʿUyûnü’l-ahbâr (Beyrût: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1925), 1/185.
8
Nurullah Agitoğlu, “Kültürel Bağlam Çerçevesinde Sözlü Kültürün Hadislere
Etkisi”, Türk ve İslâm Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi 6/23 (2019), 22.
9
Fuat Sezgin, Arap-İslâm Bilimleri Tarihi (İstanbul: Prof. Dr. Fuat Sezgin İslâm
Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı, 2015), 1/78.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 527
sonra ise bir mektup yazarak yetmiş yerde hata yaptığını ve bunların
düzeltilmesi gerektiğini söylediğine dair haber, hâfızanın Arap toplumunda
ve hadislerin naklinde ne denli önemli olduğuna işaret eden örneklerden
biridir.10
Hafızanın ve sözlü kültürün Arap toplumundaki konumuna işaret eden
hususlardan biri de, hiç şüphesiz şiir ve onun etrafında şekillenen [şifâhi]
kültürdür. Şiirin Arap toplumu içindeki önemine binaen onun hâfızalarda
korunması ve bu şekilde sonraki nesillere aktarılması zorunlu olarak telakki
edilmiş ve şiir, o toplumun tüm kültür yapısını ortaya koyan araçlardan biri
haline gelmiştir.11
Arapların yazıya karşı bir ölçüde yabancı olmaları, buna mukabil
aralarında, birbirlerine nakledecek bolca haber ve sözlü kültürün
mevcudiyeti, haberlerin muhafazası ve sonraki nesillere aktarılması
için yazı sanatının yanında özellikle hâfızanın, bugünün insanlarını bile
hayrete düşürebilecek derecede gelişmesine yardım etmiştir.12 Bu konuda
aktarılan bir kısım haberlerin menkıbevî derecede abartılı haberler olduğu
iddia edilse de, kültürel ögelerini tamamen şiire ve şiire dayalı edebiyata
dayandıran toplumda hıfzın gelişmişliği yadırganacak bir husus değildir.
Sözlü kültür ile varlığını devam ettiren toplumlarda yazıya karşı belli
ölçüde olumsuz bir tavrın geliştirilmiş olması da normal karşılanmalıdır.
Örneğin Hammâd er-Râviye (ö.155/772), sözlü kültürde hâfızanın gücünü
göstermesi bakımından oldukça müşahhas örneklerden biri olarak kabul
edilmektedir. Bu zat, rivâyetinin çokluğuna işaret eden ‘Râviye’ lakabını
kazanan ilk râvidir. Velîd b. Yezîd (ö. 126/744) bunu kendisine sorduğunda,
o: “Ben senin bildiğin ve bilmediğin, hatta isimlerini bile duymadığın
birçok şairin şiirlerini rivâyet etmekteyim. Yanımda bir şiir okunsa, o
şiirin geçmişte mi yahut daha sonraki dönemlerde mi söylendiğini hemen
fark ederim” demiş ve “alfabetik tertibe göre her harften yüz kaside
rivâyet edebileceğini” da ilave etmiştir. Velîd, onun bu sözlerinin doğru
olup olmadığını kontrol etmek amacıyla şiir rivâyet etmesini istemiş;
fakat kendisi onun saatlerce süren okumasını dinlemekten yorulmuş ve
yerine başkaları vekâlet etmiştir. Uzun süre devam eden bu mecliste,
Hammâd’ın 2900 kasideyi [ezberden] naklettiği ve bu kasidelerden 900
kadarının İslâm öncesi döneme ait olduğu aktarılmaktadır.13 Bugün içinde
10
İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb (Hindistan: Dâiretu’l-Maârifi’n-Nizâmiyye,
1908), 4/186.
11
Nihad M. Çetin, “Yazı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları 1991), 3/286.
12
Talat Koçyiğit, Hadîs Usûlü (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, 1967), 21.
13
İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-aʿyân ve enbâʾü ebnâʾi’z-zemân [mimmâ sebete bi’n-nakl
evi’s-semâʿ ev esbetehü’l-ʿayân’] (Beyrût: Dâru Sadır, 1978), 2/206.
528 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
yaşadığımız şartlar çerçevesinde bunu anlamak oldukça zordur. Fakat
yazının ve yazı malzemelerinin yeterince olmadığı bir dönemde, hâfıza ve
hâfızaya verilen önemin çok daha güçlü olması normaldir.
Sözlü kültürün böyle güçlü olmasının bir başka nedeni, o kültür
içerisinde yazılı kültürün hiç bilinmemesi veya yazıya dair hiçbir şeyin
bulunmaması değildir. İslâm öncesi dönemde yazılı kültüre dair birçok
bilginin mevcut olduğu bilinmektedir. Söz konusu döneme ilişkin
haberlerden anladığımız kadarıyla sözlü kültür bu dönemde son derece
baskın olmasına rağmen, dinî ve dinî olmayan metinlere ilişkin yazılı
kültüre işaret eden birçok haber de bulunmaktadır. Arap kültüründe sözlü
geleneğin etkinliği bilinmekle birlikte şunu da söylemeliyiz ki; bir kültürde
uzun süredir yazı ve yazılı kültüre ilişkin hususlar bilinse de yazıya verilen
değer pek yüksek olmayabilir. Nitekim 12. yüzyıl İngiliz kamu yönetiminde
bile sözlü geleneğin çok baskın olması bunu göstermektedir.14 Arap
toplumunda da bu sözlü gelenek, yazının ve yazılı geleneğin yaygın olduğu
dönemlerde bile konumunu uzun bir süre muhafaza etmiştir. Örneğin,
Hz. Peygamber’in hayatına birinci derecede tanıklık eden ilk nesil, vahyi
ondan duyarak ve ezberleyerek yani sözlü olarak öğrendiği için sözlü
kültüre daha bir öncelik verecektir. Vahyi, Hz. Peygamber’den değil de
bu ilk nesilden duyarak öğrenenlerin ise ana kaynağa (Hz. Peygamber’e)
daha uzak olmaları sebebiyle sözlü kültüre bağlılıkları o kadar güçlü
olmayabilir. Vahyin muhataplarına ulaştırılma yöntemi olması nedeniyle,
burada sözlü kültüre duygusal bir bağlılık söz konusu olmaktadır. Bu
nedenle Hz. Peygamber’den vahyi bizzat dinlemeyenlerin yazılı kültüre
geçişleri bir derece daha kolay olacaktır. Dolayısıyla doğrudan muhatap
olmadığımız bilgilerin daha kolay unutulması tabiidir. Muhtemelen
sahâbeden birçok kimseden nakledilen haberde Ebû Saîd el-Hudrî “Bizim
ezberlediğimiz gibi siz de ezberleyin”15 derken, bilginin naklinde kendi
konumundan yola çıkarak bu değerlendirmeyi yaptığı anlaşılmaktadır. Zira
bir insanın bizzat kendisinin yaşadığı ve müşahede ettiği şeyleri unutması
kolay değildir. Gündelik hayat sosyolojisi açısından ifade edecek olursak,
bugün içinde yaşadığımız toplumda yaşlı bireylerin, yıllar öncesinde
meydana gelmiş ve bizzat şahit oldukları bazı olayları, aynı günü tekrar
yaşarcasına anlatabilmeleri bu hususa işaret etmektedir. Hatta çoğu zaman
aynı olayı tekrar tekrar dinlediğimizde, lafızlar farklı olmasına karşın
anlam örgüsünün hiç değişmediğini çok rahatlıkla görebilmekteyiz.
Şunu da ifade etmeliyiz ki; yazılı kayıtlar bulunsa da bir bilginin ezber-
den nakledilmesi kimi zaman son derece önemlidir. Yine gündelik hayat
14
Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür (İstanbul: Metis Yayınları, 2013), 116.
15
Dârimî, es-Sünen, ed. Huseyn Selîm Esed ed-Dârânî (Kahire: Dâru’l-Muğnî, 2000),
“Mukaddime”, 42; Beyhakî, el-Medhal ilâ ’ilmi’s-Sünen, thk. Muhammed Avvâme
(Kâhire: Dâru’l-Yüsr, 2017), 406.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 529
sosyolojisi açısından ifade edecek olursak, bugün bir akademisyen veya
öğretmenin sadece notlarından dersi anlatması ile ezberden anlatması ara-
sında etkili olma ve anlaşılma açısından nasıl farklar varsa, benzer şekil-
de aynı husus râviler için de geçerlidir. Şahsi kayıtların mevcut olmasına
rağmen hadis naklinde şifâhi geleneğin ve hocadan bizzat duyarak [semâ]
rivâyetlerin alınmasının önemsenmesinin nedenlerinden biri de hadis hâfı-
zı konumunda olan kişilerin yazılı kayıtlardan hadis naklini eksiklik [zül]
olarak telakki etmeleridir. Kısaca, verilen bu örnekler bize kutsal metinle-
rin inzal dönemleriyle ve bu metinlere ait ana kaynaklarla orijinal yakınlığı
ifade etmede sözlü kültürün daima önemini koruduğuna işaret etmektedir.
Bütün bu hususlar, Arap toplumunda ilim anlayışının uzun bir süre ezbere
dayalı olarak sürdürülmesini gerekli kılmıştır. Ebû Saîd el-Hudrî, kendi-
sinden hadisleri yazmak için izin isteyenlere vermiş olduğu cevapların hiç-
birinde Hz. Peygamber’in hadis yazımını yasakladığına vurgu yapmamış,
sadece “Biz Allah Resûl’ünden nasıl ezberlediysek, siz de bizden öylece
ْ [اح َف ُظوا َعنّ َا ك ََما َحف
ezberleyin” ]ِظنَا ْ cevabını vermiştir.16 Yine İbn Abbâs’a kont-
rol etmesi için bir kitap verildiğinde o, bu kitabı su ile imha etmiş, bunun
sebebini soranlara, o devrin ilim anlayışının ezber merkezli olduğunu ifade
eden şu sözleriyle cevap vermiştir:
Zira insanlar, ilmi [hadisleri] yazarsa, bu yazdıklarına güvenirler ve ez-
berlemeyi terk ederler ] وتركوا الحفظ،[اعتمدوا عىل الكتابة. Yazdıklarına [kitaplarına]
bir şey olursa, ilimleri de kaybolur. Bunun yanında yazdıklarına bir şeyin
eklenmesi, eksiltilmesi ya da değiştirilmesi mümkündür. Ezberde ise deği-
şiklik mümkün değildir. Çünkü ezberleyen, ilim ile konuşmaktadır. Kitap-
tan nakleden ise, zann ile hareket etmektedir.17
Sahâbe, sözlü kültürün bu önemine binaen öğrendikleri hadisleri
unutmamak amacıyla müzakere etmişler ve müzakere edilmesini tavsiye
etmişlerdir. Bu nedenle sahâbe döneminde hadislerin muhafaza ve
naklinde, yazmaktan çok ezberlemeye önem verilmiş ve bu amaçla da
hadislerin müzakere edilmesi birçok kimse tarafından teşvik edilmiştir.
Bu müzakerelerin asıl hedefinin, hadislerin iyice ezberlenmesi ve
zihinlere yerleşmesi amacı taşıdığında şüphe yoktur. İşte bu amaçla Hz.
Peygamber’den (s.a.s.) duydukları hadisleri hemen kendi aralarında
müzakere etmişler18 ve bu yöntemi hadislerin zihinlere yerleşmesinin tek
16
Ebû Bekr b. Abdillâh İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, thk. Saʿd b. Nâsır eş-Şetrî (Riyad:
Dâru Kunûzi İşbilîyâ, 2015), 14/457; Beyhakî, el-Medhal, 405.
17
Nasr b. Muhammed Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Bustânü’l-ʿârifîn (Kütübü’s-
Sekâfiyye, 1993), 305; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn ʿan esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn
(Bağdat: Mektebetü’l-Müsennâ, 1941), 1/34.
18
Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek ʿale’s-Sahîhayn, thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ’
(Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1990), 1/172-173.
530 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
vasıtası olarak görmüşlerdir.19 Sahâbenin bu yaklaşımlarından anlaşıldığına
göre hadislerin müzakere edilmesinin tek hedefi hadisleri ezberlemeye ve
sözlü olarak aktarabilmeye mâtuftur. Hz. Ali’nin (ö. 40/660) “Birbirinizi
ziyarette bulununuz, aranızda hadisleri müzakere ediniz. Eğer böyle
yapmazsanız hadisler yok olup gider.”20 sözü de bunu teyit eder niteliktedir.
Hadis tarihinde ezberleme yetisi daima önemini korumuş, zaman içinde hıfz
“hangi vasıtayla olursa olsun öğrenilen hadisi aynen koruyup nakletme”
anlamı kazanmıştır. Bu sebeple, hadislerin yazılmasına olumsuz tutum
takınan âlimlerin, hâfızası zayıf olanlara bu konuda ruhsat verdiklerini ve
hadisleri yazarak kayıt altına almalarına müsaade ettiklerini görmekteyiz.21
Hadisleri yazdığı sahîfesi bulunmakla birlikte bu sahîfenin muhtevasını iyi
bir şekilde ezberlemeyen kişiler ise, hadis tarihinde “seyyiü’l-hıfz” olarak
[kötü hâfıza sahibi] değerlendirilmiştir. Bu nedenle Mâlik b. Enes “Hadisini
hıfzetmeyen bir kişinin hadisi alınmaz.”22 diyerek, hadisleri sadece yazıyla
kayıt altına almanın yeterli olmadığına ve ezberlenmesi gerektiğine işaret
etmiştir.
Bununla birlikte şunu da söylemeliyiz ki her bir râvinin, bir sözü, bir
olayı işitmesi ve işittiğini herhangi bir değişikliğe uğratmadan muhafaza
edebilmesi birbirinden farklıdır. Sözlü gelenek ne kadar güçlü olursa
olsun, her şeyin, işitildiği gibi aynen korunarak aktarılması oldukça
zordur. Önemli olan, nakledilen lafızlardan ziyâde haberin anlamını tahrîf
etmeden koruyabilmektir. Hadislerin mâna ile rivâyetine cevaz verilmesi
de bundan dolayıdır. Ancak sözlü kültür ile yazılı kültürün, rivâyetlerin
otantikliğini koruma açısından aynı değerde olup olmadığı hususu
toplumsal şartlar çerçevesinde düşünülmelidir. Bir dönemde sözlü kültür
bu anlamda daha önemli görülürken, başka dönemde rollerin değişmesi ve
sözlü kültürün yerini yazılı kültürün alması muhtemeldir. Hadis tarihinde
bu dönüşümün izlerini, Hz. Peygamber sonrası rivâyet sistematiğinin
gelişiminde görebilmemiz mümkündür. Ezber kültürünün önemi İslâm
ile birlikte azalmamış olsa da yavaş yavaş yazılı kültüre doğru bir
geçişin de başladığını, ancak uzun bir süre hâfızanın öneminden bir şey
kaybetmediğini söyleyebiliriz. Sadece hâfızaya veya sözlü kültüre dayalı
19
Bu husus İbn Abbas (ö.68/687) tarafından şöyle dile getirilmiştir; “Hadisi aranızda
müzakere ediniz ki, zihinlerinizden uzaklaşmasın. O, Kur’an gibi değildir. Kur’an
toplanmıştır ve mahfuzdur. Eğer siz hadisleri müzakere etmezseniz o, kısa bir süre
sonra zihinlerinizden silinir. Hiçbiriniz dün hadis rivâyet ettim, bugün etmem
demesin. Bilakis dün olduğu gibi bugün de onu rivâyet etsin.” Bk. Dârimî,
“Mukaddime”, 51.
20
Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek, 1/173-174.
21
Abdullah Aydınlı, “Sûü’l-Hıfz”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:
TDV Yayınları, 2009), 37/587.
22
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî ʿilmi’r-rivâye (Beyrût: Dârü’l-Kutubi’l-İlmiyye,
1988), 227.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 531
olan Câhiliye Araplarının ilmî zihniyeti, İslâm’ın okuma yazmaya verdiği
önem ile değişmiş, böylece yazının da hadislerin muhafazasında yaygın
olarak kullanıldığı yeni bir dönem başlamıştır. Bütün bunlara rağmen
sözlü kültür, hicrî ikinci asrın sonuna kadar baskın özelliğini sürdürmüştür.
2. Güvenilirlik Açısından Sözlü ve Yazılı Kültür
Sözlü kültürün mü yoksa yazılı kültürün mü daha güvenilir olduğu
hususu, sözlü kültürün yazılı kültüre dönüşüm süreci açısından sorulması
gereken sorulardan biridir. Bir hadisin yazılarak aktarılması ile şifâhen
[sözlü] rivâyet edilmesi arasında ne gibi farklar vardır? Yazı ile kayıt altına
alınan bilginin tahrîf ve tebdîlden tamamen korunması mümkün müdür?
Bu ve benzeri sorular, söz konusu dönemde bilginin nakil sürecindeki
gelişiminin anlaşılması bakımından son derece önemli sorulardır. Ancak tüm
bu soru ve sorunlar, kendi sosyo-kültürel ve tarihsel şartları çerçevesinde
cevaplanmalıdır. Yazı ve yazılı kültürün değişimi dikkate alındığında,
başlangıçta sözlü kültürün daha güvenilir görüldüğü, şartların değişime
uğramasıyla bu güvenilirliği yazılı kültüre bıraktığı söylenebilir. Yazının
lehinde ve aleyhindeki görüşlerin Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminden
itibaren gösterdiği değişim de bunu doğrulamaktadır.
Günümüzde yazılı kültürün bilginin naklinde en güvenilir yol olarak
telakki edilmesi, hiç şüphesiz mevcut yazı ve yazım araçlarıyla yakından
ilişkilidir. Ancak günümüzde yazının ve iletişim araçlarının bu kadar
gelişmiş olmasına rağmen bilginin kayıt altına alındığı her şey, istisnasız
şekilde tahrif edilmeye elverişli konumdadır. Ancak İslâm toplumunun ilk
dönemlerindeki şartlar düşünüldüğünde, yazının bugünkü kadar güvenilir
araçlardan biri olarak görülemeyeceği de inkâr edilemez bir gerçektir. Yazı
araçlarının kısıtlı olduğu ve sadece el yardımıyla [el yazısı ile] kaydın
yapıldığı ve bunun da düzgün olmadığı bir dönemde yazılı olan kültür,
sözlü kültürden daha fazla tahrîf edilmeye müsait bir konumdadır. “Bir
kitap, yüz defa arz edilmiş [hocaya okunmuş] olsa, yine de onda bir hata
veya eksiklik bulunur.”23 ifadesi, dönemin şartlarına göre yazılı olan
metinlerin de tahrîfe elverişli olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca o şartlarda
sözlü ezber metinlerin bir başkasının dinlemesi (arz usulü) sayesinde
kontrol edilmesinin imkânı ile yazılı bir metnin başka yazılı metinlerle
kontrol edilmesinin imkânı da pek kıyaslanabilecek durum değildir. Hadis
tarihinde hem sahâbî olduğunu söyleyen hem de bununla kalmayıp Hz.
Peygamber’den (s.a.s.) duyduğu hadisleri kayıt altına aldığını ve sahîfeye
sahip olduğunu iddia eden sahtekârların varlığı da dikkate alındığında,
mesele daha anlaşılır hale gelmektedir.24
23
İbn Abdilber, Câmiʿu beyâni’l-ʿilm ve fazlihî (Beyrût: Dâru İbn Hazm, 2003), 1/93.
24
Bk. Nevzat Aşık, “Sahte Sahâbî Cafer ibn Nastur ve Sahîfesi”, DEÜ İlahiyat
Fakültesi Dergisi 6 (1989), 405-414.
532 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
Buna ilaveten yazılı olan metinlerin bugünkü gibi birçok nüsha
(neşr) halinde olması mümkün değildir. Bu nedenle çoğu zaman tek
bir nüsha halinde olan sahîfe/kitaplara, iyi korunmadığında, başkaları
tarafından bir şekilde ilâve veya çıkarma yapılabilmesi muhtemel olarak
görülmüştür. Mâlik b. Enes’e (ö.179/795) sika [güvenilir] olduğu halde
[yazdığı] hadislerini ezberlemeyen kimselerden hadis rivâyet edilip
edilmeyeceği sorulduğunda; “Hayır alınmaz; elinde itimat edilir bir kitap
dahi olsa alınmaz. Çünkü geceleyin hadislerinin arasına bir şeylerin ilave
edilmesinden korkulur”25 şeklinde verdiği cevap da benzer endişelerden
kaynaklanmaktadır. Tabiûn döneminin önde gelen muhaddislerinden
Abdurrahmân b. Mehdî, kitapları arasında Şa’bî’den naklen tanımadığı bir
yazı bulduğunu ve onu imha ettiğini anlatmakta26, Hammâd b. Seleme’nin
üvey oğlunun, Hammâd’ın hadis kitaplarına bazı ilaveler yaptığı
nakledilmektedir.27 Bütün bu bilgiler yazılı metnin de tahrif edilebilirliğine
işaret etmektedir. Yine kitapta yazılı bile olsa şüpheye düşüldüğünde
hâfızaya itimat edilmesi gerektiği vurgulanmış28; hâfızanın kitaptan daha
sağlam [sahîh] olduğu dile getirilmiştir.29
Hicrî ikinci asrın sonlarına kadar hâfızanın bu öneminden hiçbir
şey kaybetmediğini ve yazının hocadan öğrenilen hadisi değişikliğe
uğratmadan hâfızada tutmak ve unutulduğu zaman yeniden bakıp
hatırlamak için yardımcı bir unsur olarak telakki edildiğini görmekteyiz.
Zira hadislerin naklinde rivâyetlerin aslına uygun bir şekilde muhafazası
en önemli unsurlar arasında kabul edilmiş ve hâfıza gücü/zabt, râvilerin
sahip olması gereken en önemli vasıfları arasında sayılmıştır. Çünkü hadisi
öğrenmek/tahammül kadar, değiştirmeden hâfızada tutmak da önemlidir.
Bu nedenle rivâyetlerin kabulünde hâfızaları güçlü olan râviler tercih
edilmiştir. Hadislerin naklinde meydana gelebilecek hataları en asgariye
indirebilmek için hadis râvilerinin hem yazma hem de ezberlemeleri
tercih edilmiş, şayet yazılı olan metin ile hâfızadan nakledilen bir metin
arasında çelişkili bir durum ortaya çıkarsa hâfızadaki bilgi dikkate
alınmıştır. Bu durumu Aydınlı şu şekilde dile getirir:
Güven açısından bundan daha önemli olanı, yazılı metnin tahriflerden
korunması meselesidir. Çoğu zaman tek nüsha halinde olan el yazması kitapta,
başkaları tarafından ilave, çıkarma, değiştirme gibi tahrifler yapma, sahibinin
ciddi koruması olmadığında, daima mümkün ve kolay bir şeydi. Bu sebeple
25
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 227.
26
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 233.
27
Abdullah Aydınlı, “Hadis Rivayetinde Yazının Kullanımı ve Güvenilirliği”, Sünnetin
Dindeki Yeri (İstanbul: Ensar Neşriyat, 1995), 316.
28
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 234.
29
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 241.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 533
bir şahsın kendi hadis kitabında, hocasından alışını hatırlayamadığı veya
tanımadığı bir hadis gördüğünde ne yapacağı, tartışma konusu olmuştur. Çünkü
bu hadis, kitaba başkası tarafından sokuşturulmuş olabilirdi.30
Muhtemelen bu nedenle kitaplarının muhtevâlarını iyi bilmeyen mu-
haddislere itimat edilmemiş ve telkîne31 maruz kalan ve kitabındaki rivâ-
yetleri iyi koruyamayan râvilerin naklettikleri hadisler zayıf olarak kabul
edilmiştir. Örneğin, âbid bir zat olarak bilinen Abdullâh b. Ziyâd b. Sem̒ân
hakkında İmam Evzâî, “İlim ehli değil, namaz ehlidir” yorumunu yapmış32
] يَعين الصالة، [وإنما كان صاحب عمود, talebeleri, kitabına yapılan bazı ilaveleri fark
edemediği için ondan rivâyeti terk etmişlerdir.33 İmtihan amacıyla yapı-
lan bu uygulama neticesinde, kitabının muhtevasını bilmediğinden dola-
yı rivâyetleri terk edilerek bir anlamda cezalandırılmıştır. Hadis tarihine
bakıldığında yazılı hadis metinlerine veya güvenilir bir hocanın yazdığı
hadis sahîfelerine, aslı olmayan rivâyetleri ekleme girişimleri olmuştur.
Bu nedenle güvenilir bir muhaddisin sadece hadisleri yazmakla yetinme-
sinin doğru olmadığı, bizzat kendisi yazsa bile yazdığı bu rivâyetleri iyi
bir şekilde ezberlemesi gerektiği vurgulanmıştır. Kur’an’ın başlangıçtan
itibaren hem ezberlenmiş hem de bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy
kâtiplerine yazdırılmış olması nedeniyle söz konusu tartışmanın dışında
tutulduğunu söylemeliyiz.
Kur’an’ın ve hadislerin muhatap aldığı toplumun ‘yazısız’ veya daha
doğru bir ifadeyle ‘sözlü kültüre tâbi’ olması, Hz. Peygamber’in sünnetinin
‘sözlü bir metin’ olarak karşımıza çıkması dikkate alındığında, hadis ve
sünnetin korunmasına yönelik yaklaşımların da değinilen bu sözlü kültür
çerçevesinde yürütülmesi ve gelişmesi normal görülmelidir. Hz. Peygamber
döneminde gündelik hayat açısından sürekli yaşanılarak öğrenilen şeylerin
yazılı olarak kaydedilmesi aciliyet arz etmemekteydi. Ortada, yazılmayan,
belki de bütün teferruatı ile yazıma bile hazır olmayan, ancak İslâmî hayatın
bir parçası haline gelmesi nedeniyle fiilen mevcut bulunan, sözlü bir kültür
mirası vardı. Abdest, namaz, oruç, hac, zekât vb. ibadetler bunun için güzel
birer örnektir. Bunlar, bizzat öğretim aşamasında, hayatın bir parçası haline
gelmiş ve böylece varlığını sürdürmüş olan ibadetlerdir.34
30
Aydınlı, “Hadis Rivayetinde Yazının Kullanımı”, 16.
31
Geniş bilgi için bk. Emin Âşıkkutlu, “Telkin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2011), 40/406.
32
Ubeydullah b. Abdilkerim Ebû Zur’a er-Râzî, ed-Duʿafâ ve Ecvibetu Ebî Zur’a alâ
Sualati’l-Berzâî, thk. Muhammed b. Ömer el-Ezherî (Kahire: el-Fârûkû’l-Hadîse,
2009), 147.
33
Ebû Ca’fer Muhammed b. Amr el-Ukaylî, ed-Duʿafâü’l-kebîr, thk. Abdulmut’î
Emîn Kal’acî (Beyrût: Dâru’l-Mektebeti’l-’İlmiyye, 1984), 2/257.
34
Yavuz Ünal, Hadisin Doğuş ve Gelişim Tarihine Yeniden Bakış (Samsun: Etüt
Yayınları, 2001), 219.
534 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
3. Arap Yazısının Yetersizliği
Sözlü kültürün Arap kültüründe baskın konumda bulunması, yazılı
kültürü ve bu kültüre bağlı öğelerin gelişimini de yavaşlatmıştır. İslâm’ın
ilk dönemlerinde harflerin fonetik değerini belirleyen herhangi bir işaret
sisteminin olmayışı ve Arap yazısının da büyük ölçüde bu iptidai şartlara
bağlı oluşu, o günkü toplumun yazılı kültüre hoş bakmamasının temel
gerekçelerinden birisi olmuştur. Bu nedenle yazı güvenilirlik açısından
hâfızanın gerisinde kalmıştır. Yazılı dokümanlarda gerek noktalama ve
harekeleme eksikliği gerekse yazılan sâhife ve kitapların [kişiye özel] tek
veya birkaç nüsha halinde olmaları, onları tashîf ve tahrîfe elverişli hale
getirmiş, yazı ve yazılı olana güveni, hâfızaya oranla azaltmıştır.35
Dolayısıyla yazının ilmin vazgeçilmez bir unsuru olduğu dönemde
dahi hadis yazımına yönelik olumsuz tavırlarının mevcudiyetinin sebebini,
rivâyetlerin kendisinde değil; öncelikle ve özellikle içtimaî, kültürel ve
tarihî şartlar çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Bu şartlardan biri
Arap yazısının henüz gelişimini tamamlamamış olmasıdır. Noktalama
ve harekeleme faaliyetlerinin devam ettiği süreçte Arap yazısının
yetersizliğinden ilk iki asırda yazı, hâfızaya yardımcı olabilecek aşamada
kalmış; yeterince gelişememiştir. Arap dilini gündelik telaffuzlarında dahi;
örneğin “kul/de” yerine “kül/ye”; “esîm/günahkâr” yerine “yetîm/yetim”
diyebilecek derecede mâna açısından ciddi hatalar yapan kimselerin varlığı
bilinmektedir.36 İbn Haldun da, Arap yazısının bu durumuna işaret etmiş
ve sahâbîler tarafından yazılmış olan Mushaf yazılarının bile sağlam ve
güzel bir şekilde yazılmadığını hatta yazı sanatının gerektirdiği bir kısım
ölçü ve kurallara da riâyet edilmediğini dile getirmiştir.37 Kur’an’ın bile
henüz hareke ve noktalama işaretlerinden yoksun olduğu bir dönemde
hadislerin yazı ile aktarılmasının ortaya çıkaracağı problemler açıktır.
Zira Arap yazısının uzun bir süre ancak hâfızaya yardımcı olabilecek bir
seviyede kaldığı ve bu nedenle bilginin güvenilir bir şekilde aktarımında
yeterli düzeye gelemediği vurgulanmaktadır.38 Her ne kadar noktalama
işaretlerinin Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde mevcut olduğu savunulsa
da, bir şeyin mevcudiyeti ile yaygın olarak kullanımı arasında ciddi
farkların bulunduğu açıktır ve söz konusu dönemlerden günümüze intikal
35
Abdullah Aydınlı, “Hadis Karşıtlığının Yeni Gerekçeleri”, İslâm’ın Anlaşılmasında
Sünnetin Yeri ve Değeri Kutlu Doğum Sempozyumu 2001 (Ankara: TDV Yayınları,
2003), 150.
36
Nitekim mevâliden olan Mekhul’un ( قـ ْـلde) diyemediği, bunun yerine كل
ْ (ye) dedi-
ği rivâyet edilmektedir. Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 219.
37
İbn İbn Haldun, Mukaddime, çev. Halil Kendir (Ankara: Yeni Şafak Kültür
Armağanı, 2004), 2/582.
38
Ahmet Yücel, Hadîs Istılâhlarının Doğuşu ve Gelişimi Hicri İlk Üç Asır (İstanbul:
M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1996), 38.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 535
eden yazılı vesikalar, harekeleme ve noktalama işaretlerinin uzun bir süre
yazıda düzgün bir şekilde kullanılmadığını göstermektedir.
Arap yazısının bu yetersizliğinin yanında, hadis râvilerinin bir kısmının
Arapçayı tam olarak bilmedikleri ifade edilmekte39, ayrıca bu durum, Arap
yazısının ilk dönemlerde nokta ve harekeleme işaretlerinden mahrum
olduğu şeklindeki bilgilerle de desteklenmektedir. Bu nedenle, harekeleme
işaretlerinin ilk defa Ebü’l-Esved ed-Duelî (ö. 69/688) tarafından
konulduğu, noktalamanın ise Nasr b. Âsım el-Leysî (ö. 89/707) ve Yahya b.
Ya’mer (ö. 129/746) tarafından geliştirildiği40 göz önüne alınırsa bu tarihten
önce yazılan metinlerin hareke ve noktalama işaretlerinden mahrum oluşu,
yazılı olan bir metnin farklı şekillerde okunmasına sebebiyet vermiştir.
Yazının bu eksikliği nedeniyle, benzer harfleri ayırt etmenin oldukça
güç olacağı aşikârdır. İşte bu nedenle bilginin naklinde hâfıza ön planda
tutulmuş, rivâyetlerin aktarımında hadislerin işitilerek alınması [semâ] en
güvenilir usül olarak görülmüştür.
Arap yazısının İslâm’ın zuhurundaki durumunu Nihad M. Çetin “hafı-
zaya yardımcı olabilecek seviyede” olarak değerlendirmiş, dil ve edebiya-
ta ait eserlerin hafızadan müstağni kalacak şekilde tespitinin ise III. (IX.)
asrın başlarından itibaren umumileştiğini ifade etmiştir.41 Arap yazısının
bu durumuna ilişkin birçok tarihî bilgi ile karşılaşmamız mümkündür. Hz.
Peygamber’in Cüvâsa sakinlerine, göndermiş olduğu bir mektubu o top-
luluk içerisinde okuyabilecek tek bir kimsenin dahi bulunamaması, Arap
yazısının o günkü durumunu ifade etmesi açısından zikre değerdir.42 Yine
Hz. Ömer (ö. 23/644) Kehf Sûresinin ”“ “فأبوا أن يضيفومهاKöy halkı onları mi-
safir etmekten kaçındılar”43 âyetini okurken, noktalama işaretleri henüz
mevcut olmadığı için, âyetin anlamını tamamen değiştirecek şekilde “فأتوا
[ ”أن يضيفوهماKöy halkı onları misafir etmeye geldiler] şeklinde okumuştur.44
Arap yazısının bu durumu nedeniyle muhaddisler söz konusu hâliyle
yazıya itimat etmemiş, hocadan şifâhen (semâ yoluyla) öğrenme geleneğinin
39
Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji
Sorunu (Ankara: TDV Yayınları, 2000), 183.
40
Selâhaddin Müneccid, Dirâsât fî târîhi’l-hatti’l-ʿArabî münzü bidâyetih ilâ
nihâyeti’l-ʿasri’l-Ümevî (Beyrût: Dârü’l-Kitâbi’l-Cedid, 1972), 125; Muhammed
Hamidullah, Hazreti Peygamberin Altı Orjinal Diplomatik Mektubu [Bütün Eserleri;
2], çev. Mehmet Yazgan (İstanbul: Beyan Yayınları, 1990), 34.
41
Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Şarkiyat Enstitüsü, 1973), 25-26.
42
Muhammed Hamidullah, Hemmâm b. Münebbih’in Sahîfesi, çev. Talat Koçyiğit
(Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1967), 16; Muhammed
Hamidullah, Mecmûʿatü’l-vesâʾikı’s-siyâsiyye li’l-ʿahdi’n-nebevî ve’l-hilâfeti’r-
râşide (Beyrût: Dârü’n-Nefâis, 1983), 181.
43
el-Kehf 18/77.
44
Hamidullah, Hazreti Peygamber’in Altı Orjinal Diplomatik Mektubu, 33.
536 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
terk edilmemesini savunup, hadisleri yazılı metinlerden nakletmek
isteyenlere karşı çıkmışlar ve hadislerin ezberlenerek alınmasını daha
güvenilir bir yöntem olarak telakki etmişlerdir. Nitekim Nâfî’a (ö. 117/735)
kendisinin naklettiği rivâyetlerinin yazıldığı haber verilince “Getirsinler
düzelteyim, tashih edeyim”45 demiş; Urve b. Zübeyr (ö. 94/713) hadis
yazan oğlu Hişam’a (ö. 145/762) “Arz ettin mi?” diye sormuş, olumsuz
cevap alınca “O halde yazmış sayılmazsın”46 cevabını vermiştir. Yahyâ
b. Kesîr (ö. 129/746) de sahîfeden istinsah edip yazdıklarını düzeltmek
amacıyla hocasına arz etmeyenleri ciddi bir şekilde tenkid etmiştir.47
Konuyu doktora tezinde geniş bir şekilde ele alan Dayhan, sened veya
metinde meydana gelen tashîflerin en büyük sebeplerinden birisinin,
râvinin hadisi, hocasıyla yüz yüze görüşmeksizin, bizzat “semâ” ya da
“arz” etmeksizin yazılı bir metinden alması olduğunu ifade etmiştir.48 Hiç
şüphesiz hareke ve noktalama işaretlerinin eksikliğinden veya yazının
gelişmemiş olmasından kaynaklanan bu hataların önüne geçilmesi, hadisin
ancak bir hocadan sözlü olarak işitilmesi yoluyla mümkün olabilir.
Noktalama işaretlerinin olmayışı sebebiyle meydana gelen bu yanlış
okumalar sadece Râşid halifeler dönemiyle sınırlı kalmamış, daha sonraki
dönemlerde de devam etmiştir. Emevî Halifesi Süleymân b. Abdilmelik’in
(ö. 99/717), Medine valisi İbn Hazm’a yazdığı emirnâmede “muhannesle-
ri say” anlamında ” “إحصkelimesini kullandığı, fakat noktalama işaretleri
olmadığı için bu kelimenin ”“ “إخصonları hadımlaştır” şeklinde okunarak
sözü edilen kişilerin hadımlaştırılmasına sebep olduğu yine kaynaklarda
zikredilen bilgilerdir.49 Haccâc b. Ertât’n (ö. 149/766) “(Doğrudan) kitap-
tan rivâyet eden kişilerden sakının, zira onların Amr’ı, Ömer yapma gibi
hataları her an mümkündür.”50 şeklindeki uyarısının da arka planında yazılı
hale getirilen metne duyulan güvensizlik vardır.
Muhaddisler o zamanki haliyle yazıya güvenmiyor; hocadan şifâhen
öğrenme geleneğinin terk edilmemesini savunarak hadisleri yazılı
45
Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmiʿ li-ahlâkı’r-râvî, thk. Mahmûd
Tahhân (Riyâd: Mektebetü’l-Meârif, ts.), 2/134.
46
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 237; Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl beyne’r-râvi
ve’l-vâî (Beyrût: Dârü’l-Fikr, 1971), 544.
47
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 237; Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, 544; İbn
Abdilber, Câmiu beyâni’l-ilm, 1/77.
48
Ahmet Tahir Dayhan, Hadislerde Tashîf ve Tahrîf (İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi,
Doktora Tezi, 2005), 168; Cemal Ustîrî, et-Tashîf ve eseruhu fi’l-hadîs ve’l-fıkh
(Mekke: Dârü Tayyibe, 1997), 57.
49
el-Askerî, Tashîfatü’l-muhaddisîn (Kahire: el-Matbaatü’l-Arabiyyeti’l-Hadise,
1982), 1/71; Müneccid, Dirasât fî tarîhi’l-hatti’l-Arabî, 128.
50
Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’l-ʿİlel ve maʿrifeti’r-ricâl, thk. Vasiyyullah b. Muhammed
Abbâs (Riyâd: Dâru’l-Hancî, 2001), 1/428.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 537
metinlerden nakletmek isteyenlerle mücadele ediyor ve böylece hâfızayı
birinci derecede güvenilir kaynak olarak görüyorlardı. Sahâbîlerin
çoğunun hayatta olduğu I. (VII.) asrın ilk üççeyreğinde tabiîn âlimleri
hadisleri doğrudan sahâbeden almaya gayret ediyorlardı. I. (VII.) asrın
son çeyreğinde ise sahâbenin çoğunun vefat etmesi, Arap yazısının henüz
hâfızaya yardımcı olabilecek seviyede bulunmamasına rağmen hadis
kitâbetinin önceki döneme nazaran yaygınlaşması, ehil olmayanların
doğrudan sayfalardan rivâyet etmelerine ve dolayısıyla bir kısım hadislerin
sonraki nesillere hatalarla nakledilmesine sebep olmuştur.51
İşte bu durumlar karşısında, hadisi her türlü değişiklikten korumayı
ve aslına uygun bir şekilde nakletmeyi amaçlayan muhaddisler, doğrudan
sayfa(lar)dan yapılan rivâyetleri kabul konusunda ihtiyatlı davranmayı
benimsemişlerdir. Abdullâh b. Mübârek’in, “Benden bir hadis işittiğinizde
onu dil âlimlerine gösterin”52 şeklindeki ifadesi de yazılı metinlerden
yapılan nakillerde muhtemel yanlışların olabileceği endişesinden
kaynaklanmaktadır. Rivâyetlerin hem isnadında hem de metinlerinde
doğrudan yazılı metinden nakil sebebiyle meydana gelen hatalara ilişkin
pek çok örnek bulunmaktadır. 53
Yazılı metinlerden hadis naklederken tashîf yapan râvilerden biri,
Tebeu’t-tabiîn âlimlerinden Ebû Abdurrahmân Abdullâh b. Lehîa’dır (ö.
174/790). Hadis rivâyeti konusunda çok gayretli olan İbn Lehîa, boynunda
bir deri torba [harîta] taşır, diğer şehirlerden gelen âlimlerle karşılaşınca
kimlerden hadis yazdıklarını sorar ve kendisinde bulunmayan bir hadise
rastlarsa onu yazarak torbaya koyardı. Bundan dolayı “Ebü’l-Harîta”
lakabıyla anılmıştır.54 Gerek kendi rivâyetleri gerekse hocalarından icâzet
aldığı rivâyetlerin yazılı olduğu kitap ve sahîfelerden oluşan büyük bir
kitaplığı bulunan İbn Lehîa, rivâyetleri bu yazılı sahîfelerden naklederken
çoğu zaman hareke ve harf hatası yapar ve böylece rivâyetlerin tashîf
ile nakline sebebiyet verirdi. Bu rivâyetlerden biri de Zeyd b. Sâbit’ten
nakledilen ve Resûlullah’ın (s.a.s.) mescitte kan aldırdığını (hacamat
yaptığını) bildiren rivâyettir.
İbn Lehîa’nın, bu hadisin metninde tashîf yaptığı ve isnadında da hata
yaptığı ifade edilmektedir. Zira kaynaklarda, rivâyetin aslının “Resûlullah
51
Hatîb el-Bağdâdî, Takyîdü’l-ʿilm (Beyrût: Dâru İhyâi’s-Sünneti’n-Nebeviyye,
1974), 64.
52
Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, 211; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 255.
53
Ahmet Tahir Dayhan, Hadislerde Tashîf ve Tahrîf adlı doktora tezinde konuyu geniş
şekilde değerlendirmiş ve tashîf sonucu hadis metinlerinde meydana gelen hatalara
bolca örnekler vermiştir. Bk. Dayhan, Hadislerde Tashîf ve Tahrîf, 158-166.
54
Nihat Dalgın, “İbn Lehîa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:
TDV Yayınları, 1999), 20/159.
538 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
(s.a.s.) mescitte bir hücre yaptırdı” ]اهَّلل فِي ا ْل َم ْس ِج ِد ُ [احتَ َجرَ رَ ُس
ِ َ ّ ول ْ şeklinde olduğu
ifade edilmektedir. Büyük ihtimalle söz konusu rivâyet yazılı kaynaktan
alınırken “ihtecera” ][احتَ َجر
ْ kelimesi “ihteceme” ][احتَ َجم ْ olarak okunmuş-
tur. “İhtecera” hücre yaptırdı, “ihteceme” ise hacamat yaptırdı anlamına
gelmektedir. İbnü’s-Salâh, rivâyet ile ilgili olarak Abdullâh b. Lehîa’nın
“ihteceme” kelimesini tashîf ettiğini belirtmiş, tashîfin sebebinin de İbn
Lehîa’nın hadisi hocadan işitmeyip kitaptan okumasından kaynaklandığını
söylemiştir.55
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki; tashîflerin bir kısmı metnin anlamını
büyük ölçüde değiştirebilecek şekilde olabilir. İşte bu durumu dikkate alan
muhaddisler, metnin aslına uygun bir şekilde naklinin sağlanması için
yazılı hadis metnini kontrol edip hataları düzeltmeden, hadis talebesine
rivâyet izni vermemişler, bu şekilde alınmayan rivâyetleri de geçersiz
saymışlardır. Rebî‘ b. Süleymân’ın kendisine Şâfiî’nin (ö. 204/819)
kitaplarından alışveriş ile alâkalı birkaç varak getiren ve onların rivâyeti
için kendisinden izin isteyen kimseye, “Onları bana okumadığın sürece asla
olmaz.”56 demesi, diğer muhaddislerin buna benzer ifadeler kullanması,57
onların bu hususta ne derece titiz davrandıklarını göstermektedir.
Arap yazısının uzun zaman hareke ve noktalama işaretlerinden yoksun
olması, bu nedenle semâ ve arz yöntemi ile alınmayan rivâyetlerin naklinde
metinlerden okunurken hata yapma ihtimalinin bulunması hususu, uzun bir
süre sözlü rivâyetin yazılı rivâyetten daha güvenilir bir yol olarak kabul
edilmesini ve hadislerin yazıdan ziyade ezberlenmek sûretiyle ( şifâhen)
nakledilmesinin daha kıymetli görülmesini gerektirmiştir. Yazının pek
gelişmediği ve hâfızanın da bilginin aktarımında son derece önemli bir
araç görüldüğü bu dönemde yazı yerine şifâhi nakle itibar edilmesi gayet
tabiidir. Ayrıca yazılı olan metinlerin tebdîl ve tahrîfe de maruz kalabileceği
düşünüldüğünde, rivâyetlerin hem şifâhen hem de yazılı olarak korunması
tercihe şâyan kabul edilmiştir. İmam Mâlik’in râvi tercih metoduna dair;
“Biz sadece fakihlerden (rivâyetin içerdiği mânayı anlayan ve ona göre
55
İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-hadîs (Beyrût: Dârü’l-Fikr, 1986), 169.
56
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 317. Mâlik b. Enes’in özellikle bu ilkeye oldukça fazla
önem verdiğine yönelik olarak birçok rivâyet vardır. Biz burada birini daha zikretmek
istiyoruz. Bu rivâyete göre, Ubeyd b. Hişâm şöyle demiştir: “Biz Mâlik b. Enes’in
yanında iken Sâlih b. Yûsuf veya Sâlih b. Abdullah geldi ve dedi ki: ‘Ey Abdullah’ın
babası! Sana verdiğimiz sayfayı inceledin mi?’ Mâlik b. Enes kalkıp bir odaya girdi,
biraz sonra çıktı ve sayfayı ona vererek dedi ki: ‘İnceledim, bunlar benim hadislerim,
bunları benden rivâyet edebilirsin.” Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 323.
57
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 317, 321, 368; Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl,
423-437.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 539
rivâyet eden, dirâyet ehlinden) hadis alırdık”58 şeklindeki ifadesi, değinilen
bu konudaki hassasiyete işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle mevcut
koşullar, dinin algılanması da dâhil her tür sosyal ve teknik imkânları
belirleyen önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
4. Ehil Olmayanların Hadis Rivâyetinde Bulunmaları
Rivâyetlerin aslına uygun olarak nakli açısından râvinin sahip olması
gereken “adâlet” ve “zabt” vasıflarının yanı sıra râvilerin ilmî açıdan
da yeterli birikime (ehliyete) sahip olmaları gerektiği birçok muhaddis
tarafından dile getirilmiştir. Zira bu ehliyete sahip olmayan kişilerin
rivâyetlerin naklinde hataya düşme ihtimalleri oldukça yüksektir. Mâlik
b. Enes’in, hadis tâlibinin sahip olması gereken vasıfları sıralarken,
rivâyetlerin/hadislerin, nefsanî arzularına düşkün, aklına mukayyet
olamayan, Hz. Peygamber adına yalan söylememiş olsa bile gündelik
hayatta yalan söyleme eğilimi gösteren, ne rivâyet ettiğinin pek farkında
olmayan kimselerden alınamayacağını belirtmesi,59 muhaddislerin hadis
tâliplerinin ehil olması gerektiği noktasında ne derece titiz davrandıklarını
gösteren müşahhas örneklerden biridir. Bu nedenle râvilerin ehliyetleri
üzerinde durulmuş hatta hadis tâlipleri zaman zaman teste tâbi tutularak
rivâyete ehliyet durumları belirlenmeye çalışılmıştır. Bu denemelerin
sonucunda bazı muhaddislerin, kimi râvileri, “Bu işe aklı ermez”60
şeklinde tenkit ettikleri görülmekte, bazılarının da râvinin naklettiği
rivâyeti anlayabilme yetisine sahip olması (fakîh olması) şartını koştukları
görülmektedir.61
Talebelerin hadis rivâyetine ehil olup olmadıkları dikkate alındığı gibi,
râvinin kendisinden rivâyette bulunduğu şeyhin de (hocanın) yetkinliği
önemli ilkelerden biri olarak kabul görmüştür.62 Otorite olarak kabul edilen
58
İbnü’l-Arabî, el-ʿAvâsım mine’l-kavâsım, thk. Ammâr Tâlibî (Kahire: Mektebetu
Dâru’t-Turâs, ts.), 273; Kâdî İyâd, Tertîbu’l-medârik ve takrîbu’l-mesâlik (Mağrib:
Matbaatu Fudâle, 1965), 1/139.
59
Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, 403; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 116.
60
İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-mîzân, thk. Abdulfettâh Ebû Gudde (Dâru’l-
Beşâiri’l-İslâmiyye, 2002), 2/35; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b.
Osmân ez-Zehebî, Mîzânü’l-iʿtidâl fî nakdi’r-ricâl, thk. Muhammed Rıdvân
(Dımeşk: Müessesetu’r-Risâle, 2009), 2/40.
61
İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin
Hadis Metodu (Ankara: DİB Yayınları, 1994), 193-196.
62
Recep Şentürk, Toplumsal Hafıza adlı eserinde konuyla ilgili şöyle demektedir:
“İtibarlı bilginlerle ağ tesis etmek, bir nevi kendinden dönüşlü bir süreçtir. Yaygın
olarak bilinir ki bilginler, talebelerini rastgele seçmezler. Talebeler de, özellikle de
gelecekte itibarlı hoca olabilecek derecede ümit vaat edenleri, hocalarını rastgele
seçmezler”. Bk. Recep Şentürk, Toplumsal Hafıza Hadis Rivayet Ağı (İstanbul:
Gelenek Yayıncılık, 2004), 179.
540 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
muhaddislerin bile zaman zaman bu açılardan sınandığı malumdur.63
Hadis râvilerinin teste tabi tutularak rivâyete ehil olmayan kişilerin
tespit edilmesinin yanında, semâ yoluyla (işitilerek) rivâyetlerin alınması
gerektiği de bu konuda bir önlem olarak düşünülmüş; böylece ehil olmayan
kişilerin hadis rivâyeti ile meşgul olmaları engellenmek istenmiştir. Ancak
yazılı hadis metinlerinin artması, hadis ilmiyle ilgisi olan ve olmayan
birçok kişinin hadis nakliyle ilgilenmesinin de önünü açmıştır. Hadislerin
ehil olmayan kişilerin eline geçebileceği ve bu nedenle yanlış okumaların
ve anlamaların ortaya çıkabileceği endişesi, yazılı metinden hadis okurken
veya hadis yazarken hata yapanlardan hadis alınmaması gerektiği, “İlmi
(hadisleri) sahafîlerden almayın”64 prensibinde ifadesini bulmuş, bu arada
“ilmin meşhur kişilerden65 ve ehlinden alınması”66 gerektiği de özellikle
vurgulanmıştır.
Bu ihtiyat, İbn Ebü’z-Zinâd’ın (ö. 174/790), “Medine’de güvenilir yüz
kişiyle karşılaştım. Fakat onların hiçbirinden ilim alınmazdı. Zira onlar işin
ehli değillerdi”67 şeklindeki ifadesinde de dile getirilmiştir. Rivâyetlerin eh-
line nakledilmesi gerektiğine yönelik bu hassasiyetin nedenlerinden biri
de, “ilmin felaketi unutmak, zâyi edilmesi de onu ehli olmayana rivâyet
َ ضا َع ُت ُه أ َ ْن ُحُتَ ِ ّد
etmendir” ]ث بِ ِه غ َْرْيَ أ َ ْه ِل ِه َ َو ِإ،ُ [آف َ ُة ا ْل ِع ْلمِ النّ ِْسيَانşeklinde nakledilen merfû
rivâyettir.68 Hadis tarihinin önemli simalarından Şu‘be’nin hadis naklinde
ehil (yetkin) olarak görmediği kıssacılara hadis nakletmeyi reddetmesi ve
böyle birine “Git, biz kıssacılara hadis rivâyet etmeyiz” diyerek yanından
uzaklaştırması69 muhaddislerin, râvilerin hadis nakli için ehil olmalarına ne
denli önem verdiklerini gösteren örneklerden biridir. Bu anlayış neticesi
tabiûn döneminde rivâyetlerin ehil olmayan kişilere nakledilmesi hadisleri
zâyi etmek olarak nitelendirilmiş, “incileri [hadisleri] köpeklerin ağzına
saçmayın”70 sözü bir mesel haline gelmiş ve rivâyeti kullanan veya rivâ-
yette bulunma hakkını alan kişinin rivâyete ehil olması uyulması gereken
zorunlu ilkeler arasında zikredilmiştir.
63
Ahmed b. Hanbel ve Yahyâ b. Maîn, Ebû Nuaym’ı [rivâyet ettiği hadisler açısından]
denemiştir. Ahmed b. Hanbel’in “[Ebû Nuaym] sika muhaddistir [onu denemek
doğru değildir]” şeklindeki itirazlarına rağmen Yahyâ, bu sınamayı yapmış ve onun
naklettiği otuz hadisin isnat ve metinlerini karıştırmak suretiyle onu denemiştir. Bk.
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf (Beyrût: Dâru’l-
Garbi’l-İslâmî, 2002), 14/315.
64
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 162-163.
65
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 161.
66
Hatîb el-Bağdâdî, Takyîdü’l-ʿilm, 64; İbn Abdilber, Câmiʿu beyâni’l-ʿilm ve fadlihî,
1/74.
67
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 162; Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, 407.
68
Bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 14/368; Dârimî, “Mukaddime”, 51.
69
Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmiʿ li-ahlâkı’r-râvî, 2/236.
70
Hatîb el-Bağdâdî, Takyîdü’l-ʿilm, 147.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 541
Özellikle herkes tarafından kolayca anlaşılamayacak hadislerin
naklinde seçici davranılmış, râvilerin sika (güvenilir) olması tek başına
yeterli görülmeyerek, ayrıca rivâyete ehil olma şartı da aranmıştır.
Tabiûn’un önde gelen şahsiyetlerinin “İlmin bir değeri vardır. Bu değeri
takdir etmeyene ilmi öğretmeyiniz.”71 demesi bu tavrın bir sonucu
olarak görülmelidir. Ebû Kılâbe’nin “Naklettiğine zarar mı fayda mı
vereceğinden emin olmadığınız kişilere hadis nakletmeyiniz” şeklindeki
uyarısı da aynı amaca mâtuftur.72
Sahâbe ve tabiûn döneminde birçok kimsenin, vefat edeceği zaman
sahîfelerini imha etmesi veya imha edilmesini tavsiye etmesi, bir kısmının
kitaplarıyla birlikte gömülmeyi istemesi, bu endişenin bir sonucudur. Zira
bu tavrın en temel nedeni, kendilerinden sonra bu yazılı kayıtların ahkâmı
bilmez liyakatsız kimselerin eline geçmesi ve yazılı olan bu bilgileri tahrîf
ve/veya tashîf etme ihtimalleri; böylece yapılacak ilave veya yorumların
metnin râvisine (asıl yazara) nispet edilmesi korkusuydu. Hz. Ömer’in
“Sizden biri herhangi bir âlime ait ilim ihtivâ eden ama işitmediği bir kitap
bulursa onu su dolu bir kaba koyarak okunmayacak hale getirsin”73 ifadesi
de benzer endişelerden kaynaklanmaktadır. Bu tür gerekçeler nedeniyle,
ilk dönem âlimleri tarafından yazılı hadis metinlerinin aleyhinde söylenen
sözlere ve bir kısmının elindeki yazılı hadis metinlerini imha etmelerine
şaşırmamak gerekir. Zira onlar, İsrailoğullarının tevârüs ettikleri (tahrif
edilmiş) kitaplar nedeniyle yoldan çıktıklarına inanıyorlar ve bu nedenle
ilmin yazıya geçirilmesini hoş karşılamıyorlardı.74
İbn Sîrîn’in (ö. 110/728), kitapların mutlaka hocanın (şeyhin) nezaretinde
okunması gerektiğini vurgulaması, Vekî’in (ö. 197/812), “Talebeler, kitabı
esas kaynağından almadan bazı hadisleri ezberlemesinler ve sonra onları
hakiki kaynağından duymuş gibi rivâyet etmesinler” şeklindeki uyarısı75,
ehil olmayanların bu ilimle meşgul olmasını engellemeye yöneliktir. Tasnîf
döneminin en önemli simalarından Evzâî’nin (ö. 157/774) “Bu ilim, ehlinden
alındığında şerefli idi, kitaplara yazılmaya başlayınca ehil olmayanlar işin
içine karıştı.”76 şeklindeki sözü ile aynı gerçeğe vurgu yapmıştır. Kısaca
söylemek gerekirse, özellikle tabiûn döneminde hadislerin naklinde
şifâhi geleneğe vurgu yapılması ve yazı karşıtlığının arka planında, hadis
metinlerinin ehil olmayan kişilerin eline geçebileceği; onların da tahrifat
ve/veya tashîfatta bulunabilecekleri endişesi yer almaktadır.
71
Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, 575.
72
Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, 571.
73
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 353.
74
Bk. Beyhakî, el-Medhal, 408; Fesevî, Tarîh, 1/527.
75
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 352.
76
İbn Abdilber, Câmiʿu beyâni’l-ʿilm ve fadlihî,1/138.
542 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
5. Diğer Nedenler
Hadis kitâbetine karşı görülen olumsuz tutumların bir başka nedeni
‘talebenin kısa yoldan ilim elde etmesine karşı çıkmak’ şeklinde
özetlenebilir. Zira iyice anlaşılmadan, içselleştirilmeden elde edilen
bilginin sağlıklı olmayacağı ve bilginin intikalinde bir kısım problemler
ortaya çıkaracağı aşikârdır. Şa’bî’nin (ö. 103/721) bir hadisi rivâyet ettikten
sonra talebesine, “Siz şimdi, hadisi hakikaten bedâvadan öğreniyorsunuz.
Yoksa bir muhaddis, bundan daha azı için bile (Irak’tan) Medine’ye kadar
seyahat etmek zorunda kalırdı”77 şeklindeki ifadesi, onların, kısa yoldan
ilim elde edilmesine karşı olumsuz bir tavır takındıklarını göstermektedir.
Semâ ve kırâat dışında kalan hadis tahammül yöntemlerinin bu gerekçeyle
muhaddisler arasında pek tasvip görmediğini söyleyebiliriz. Örneğin,
Mâlik b. Enes’e, âlimin birine kitap vererek “Bu benim kitabımdır,
onu al ve içindekileri benden rivâyet et” denilmesini nasıl karşıladığı
sorulunca, İmam Mâlik şu cevabı vermiştir: “Bunu caiz görmüyorum.
Bazıları böyle yapıyorlar. Fakat ben hoşlanmıyorum. Bunlar az zamanda
pek çok hadis tahammül etmek istiyorlar” cevabını vermiş; ayrıca, böyle
yapanları kiliseye hizmet etmeden papazlık yapmaya soyunan kimselere
benzetmiştir.78 Bu rivâyetten anlaşılıyor ki icâzet, ehil olmayan, bu
yolda meşakkate katlanmak ve hizmet etmek istemeyen kimseler için
caiz değildir. Bu sebeple Mâlik b. Enes, aceleci ve zahmetsiz bir tutum
sergileyenlere icâzet vermekten çekindiği zaman, “Biri kiliseye hizmet
etmek değil kıssîs olmak sevdasında” der ve sadece icâzetle yani kısa
yoldan şöhret yakalamak isteyenleri eleştirmeyi hedeflerdi.79
Yine, talebelerinden Ömer b. Abdilvâhid, el-Muvatta’ını 40 günde
okuyup rivâyet hakkını elde edince, İmam Mâlik’in ona; “Benim kırk yılda
telif ettiğim bir kitabı, siz kırk günde elde ediyorsunuz. Ondan anladığınız
şey, ne kadar azdır”80 demesi, kısa yoldan ilmi şöhret heveslilerinin
okuduklarını içselleştirmeden gerçek âlim olamayacaklarına işaret
etmektedir. Kısa yoldan ilim elde edilmesinin önlenmesi hiç şüphesiz
o koşullarda şifâhi naklin öncelenmesi ile mümkün hale gelebilirdi.
Hadislerin yazılmasına yönelik olumsuz tutumun sebeplerinden biri işte
zikrettiğimiz bu gerekçelerden dolayı kolay yoldan ilim elde edilmesini
engellemeye yöneliktir.
Sözün ve sözlü kültürün insan tabiatı üzerinde etkili olduğu ve yazılı
metnin aynı etkiyi vermediği mâlumdur. Yazılı kültürlerde yazının yaygın
77
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 402.
78
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 316.
79
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, 317.
80
İbn Abdilber, et-Temhîd limâ fi’l-Muvattaʾ mine’l-meʿânî ve’l-esânîd, thk. Mustafa b.
Ahmed el-Alevî - Muhammed Abdulkadir el-Bekrî (Mağrib: Vizâretü Umumi’l-
Evkaf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1967), 1/78.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 543
olması ise, sözün gücünü büyük ölçüde azaltmaktadır. Sözlü geleneklerde
kelimelerin insan üzerindeki etkisi, yazılı geleneklere göre çok daha
derindir. Sözlü anlatımlarda ek bilgilerle konunun anlaşılmasına katkı
sunulurken, yazıda ise, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yanlışlıkla atfedilebilecek
bir sözü, o sözü aktaran o anda orada olamadığı için ayıklamak oldukça
güçtür. Yazılı olan rivâyetlerin, bu sebeple bağlamından soyutlanarak
aktarılmaları mümkündür. Bu tıpkı, yüz yüze iletişim kurma ile mektup,
basılı kaynak ve medya gibi yazılı/görsel araçlarla iletişim kurma arasındaki
farka benzer. İlkinde samimiyet yüksek ve hata oranı düşükken, ikincisinde
ise bu nitelikler daha azdır. Diğer bir ifadeyle, sözlü kültürel iletişimle
yazılı kültürel iletişim arasındaki fark, hoca ile yüz yüze ders işlemek
ile sadece ders kitabından çalışarak sınavlara katılmak arasındaki farka
benzemektedir. Olumlu tutum değişimi sergilemek açısından, kuşkusuz
yüz yüze iletişim daha etkili bir teknik olmaktadır. Öte yandan sözlü kültür
belli bir çevreye hitap ederken, yazılı kültürün anıtlaşması ve her kesime
hitap eder hale gelmesi mümkündür. İbrahim en-Nehâî’nin (ö. 96/714),
naklettiği hadisleri yazan Abîde’ye “Benden herhangi bir şey yazarak onu
kalıcı kılma [sonsuza kadar muhafaza etme)”81 şeklindeki uyarısı, sözün ve
sözlü kültürün yazılı hale geldiğinde etkisini kaybedebileceği endişesine
binaen söylenmiş olmalıdır. Günümüzde bile, bir konferansın yazılı
belgeden sunumu ile şifâhen verilmesi arasında etki bakımından ciddi
farklar bulunmaktadır. Dolayısıyla hadislerin sözlü olarak aktarılmasının
insan tabiatı üzerindeki bu etkisi dikkate alındığında görülür ki, şifâhi nakil
geleneğinin savunulmasının gerekçelerinden biri sözel/yüzyüze iletişimin
daha etkili olabileceği düşüncesidir.
Kitâbet karşıtlığının bir başka nedeni de nakledilen hadislere ilişkin
şeyh (hoca) tarafından yapılan yorumların ve kişisel kanaatlerin hadislerin
aslından zannedilerek kayıt altına alınmasına yönelik endişelerdir. Zira
rivâyetler bir başkasına aktarılırken bazen yorumlanarak ve kapalı olan
hususlar izah edilerek nakledilmekteydi. Muhaddislerin bir kısmının
hadisleri aktarırken kendilerinden eklemiş oldukları bu yorumlar, bazı
râviler tarafından hadis metninden zannedilerek yazılmış ve böylece
orijinal metinde olmayan bazı unsurlar hadis metnine dâhil edilebilmiştir.
Bu durumu “yorumun rivâyetleşmesi” adıyla bir problem olarak dile
getiren Erul, nakledilen bazı hadislerin ne kadarının hadis ne kadarının
yorum olduğunun tespit edilmesinin gerektiğini belirtmiştir.82 Erul’un işaret
ettiği “yorumun rivâyetleşmesi”, bazen râvi tarafından yapılabildiği gibi
81
Ahmed b. Hanbel, el-İlel, 1/214; İbn Abdilber, Câmiʿu beyâni’l-ʿilm ve fadlihî,
1/136.
82
Bünyamin Erul, “Yorum-Rivayet İlişkisi: Yorumun Rivayete Katkısı ve Rivayetin
Yoruma Etkisi”, Günümüzde Sünnetin Anlaşılması [Sempozyum Tebliğ ve
Müzakereleri] (Bursa: 2005), 97.
544 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
bazen de dinleyen kişinin yorumla rivâyetin aslını ayırt edememesinden
kaynaklanmaktadır. Özellikle nasların yorumuyla ilgili bazı âlimlerin
sözleri, dikkatsiz râviler tarafından kimi zaman hadis zannedilmiştir.
Bundan dolayı muhaddisler özellikle “müfesser” tarzındaki rivâyetler
üzerinde titizlikle durmuşlar ve bunların dikkatle tetkik edilmesi gerektiğini
vurgulamışlardır. Meselâ “ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır”
rivâyetinin oldukça uzun bir varyantı ile ilgili olarak Tirmizî, “Bu, müfesser
ve garib bir hadistir. Bu rivâyetin benzerini sadece bu vecihten biliyoruz”83
diyerek rivâyetin müfesser şekline duyduğu şüphesini ifade etmiştir.
Bu ve benzer, örnekler, hadislerin nakli esnasında yapılan yorumların
zaman zaman hadis zannıyla rivâyetlere eklenebildiğini ortaya koymaktadır.
Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Ma‘rife adlı eserinde kullanmış olduğu, “Hz.
Peygamber’in Hadislerine Karışan Sahâbenin Sözlerinin Bilinmesi ve
Diğerlerinden Ayrıştırılması” başlığı da aynı hususa işaret etmekte ve Hâkim
bu başlık altında konuya ilişkin çeşitli örnekler vermektedir.84 Rivâyetlerin
aslında bulunmayan bu yorumların tespiti, konuyla ilgili bütün tarîklerin
bir araya getirilmesi veya râvinin açıklamasıyla tespit edilebilmektedir.
Meselâ Abdullâh b. Mes‘ûd’un, “Allah’a ortak koşmadan ölen cennete
girer. Allah’a ortak koşarak ölen ise cehenneme girer” hadisiyle ilgili
olarak “Hz. Peygamber bir söz buyurdu, ben de ona bir söz kattım. Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: ‘Allah’a ortak koşarak ölen cehenneme girer.’
Ben de şunu ilâve ettim: Allah’a ortak koşmadan ölen ise cennete girer”85
diyerek hadis metnine yaptığı ilave, bir yorumu ifade etmektedir. Muhtelif
varyantları olmakla beraber, İbn Mes‘ûd’un açıklamalarından, hadiste
ifade edilen iki durumdan yalnızca birini işittiği, diğerini ise sahip olduğu
bilgilerden yola çıkarak veya hadisin muktezâsından hareket ederek
ilâve ettiği anlaşılmaktadır. İlâve edilen kısmın hangisi olduğuna veya
ilâve edilenin bir başka rivâyet de olabileceğine dair başka ihtilâfların da
olduğunu hatırlamakta fayda vardır.86 Özellikle fakîh olan kimseler, Hz.
Peygamber’in (s.a.s.) hadisleri ile kendi görüşlerinin birlikte yazılmasından
çekinmişlerdir. Zeyd b. Sâbit, Mervan’dan kendisinden herhangi bir şey
yazmamasını istemiş ve şöyle demiştir: “Mervan, özür dilerim! Şu anda
kendi görüşümü söylemekteyim.”87 Saîd b. Müseyyeb (ö. 94/713) ise,
83
Tirmizî, es-Sünen, “Îmân”, 41/38.
84
Hâkim en-Nisâbûrî, Maʿrifetü ʿulûmi’l-hadîs, thk. Muazzam Huseyn (Beyrût: Dâru
İhyâi’l-‘Ulûm, 1998), 39-41.
85
Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmiu’s-sahîh (Riyâd: Beytü’l-
Efkâr ed-Düveliyye, 1998), “Eymân”, 83/19.
86
Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, çev. Yaşar Kandemir (Ankara:
DİB, 1981), 207.
87
İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, thk. Alî Muhammed Ömer (Kahire: Mektebetu’l-
Hancî, 2001), 5/310.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 545
kendi görüşünün yazılı olduğu bir sayfayı yırtıp atmıştır.88 Yine Câbir b.
Zeyd’e (ö. 93/711) “Senin görüşlerini yazıyorlar” denildiğinde şöyle cevap
vermiştir: “Onlar, muhtemelen benim yarın vazgeçeceğim görüşümü
yazıyorlar.”89 Bütün bu rivâyetler, hadislerin yazılması hususunda özellikle
tabiûn nesli arasında görülen hadis yazımı karşıtlığının sebeplerinden
birinin, şahsî görüşlerin hadislerle yan yana yazılması endişesi olduğunu
göstermektedir. Ömer b. Abdilazîz (ö.101/720) ve İbn Şihâb ez-Zührî (ö.
124/742) gibi tabiûn âlimlerinin de benzer endişeler taşıdıklarını ilgili
rivâyetlerden görmekteyiz.
SONUÇ
“Kitâbetü’l-hadîs”, diğer ifadesiyle hadislerin yazılması meselesi, İslâm
düşünce tarihinde en fazla tartışılan hususlardan biri olmuş ve tarihten
günümüze bu konuda birçok görüş ortaya atılmıştır. Hz. Peygamber’in
vefatını müteakip uzun bir süre hadislerin yazılmasına yönelik olumsuz
tutumun bazı âlimler tarafından devam ettirildiği ve her ne kadar yazmanın
lehinde görüş bildirenler olsa da şifâhi rivâyetin pek çok kimse tarafından
öncelendiği malumdur. Ancak hadislerin yazılmasına yönelik olumsuz bir
tavır içerisinde bulunan sahâbîlerin bile belli bir zamandan sonra hadisleri
kayıt altına almaları, onların da hadislerin yazımına ilişkin olumlu kanaate
sahip olduklarını ve sözlü kültürden yazılı kültüre doğru bir değişimin
yaşandığını göstermektedir. Hiç şüphesiz kitâbetü’l-hadîs meselesine
ilişkin olumsuz kanaatlerin nedenini sadece Hz. Peygamber’in konu ile
ilgili hadislerine dayandırmak mümkün değildir. Hz. Peygamber’in vefâtı
sonrası hem sahâbe hem de tabiûn arasında görülen kitâbet karşıtlığının
hiçbirinde Resûlullah’ın hadisleri yazmayı yasaklamasına atıf yapılmamış
olması bu tavrın şahsî görüşlere ve başka sosyolojik gerekçelere
dayandığını göstermektedir. Hiç şüphesiz sözlü kültürün hâkim olduğu
Arap toplumunda hâfızanın, bilginin nakli açısından daha sağlam olarak
telakki edilmesi normal görülmelidir. Zira şifâhi kültürün yaygın olduğu
toplumlarda yazılı olmayan hususların değeri yazılı olana göre çok daha
fazladır. Yazılan hadislerin ehil olmayan kimselerin eline geçip tahrîfe
uğrama ihtimali de özellikle tabiîn döneminde hadislerin yazımına karşı
çıkılmasının temel gerekçelerinden biridir. Ömürlerinin son demlerinde
kitaplarını ve yazdıkları hadis sahîfelerini imha ettirenlerin de bu endişeyi
taşıdıkları görülmektedir. Evzâî’nin “Bu ilim, ehlinden alındığında şerefli
idi, kitaplara yazılmaya başlayınca ehil olmayanlar işin içine karıştı” sözü,
bu gerçeği dile getirmektedir.
Görebildiğimiz kadarıyla hicrî ikinci asrın sonlarına kadar devam eden
kitâbet karşıtlığının gerekçeleri arasında Arap kültüründe sözlü kültürün
88
İbn Abdilber, Câmiʿu beyâni’l-ʿilm ve fadlihî, 2/283.
89
İbn Abdilber, Câmiʿu beyâni’l-ʿilm ve fadlihî, 2/70.
546 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
son derece baskın olması, Arap yazısının yazılı vesikalardan bilgiyi
aktarabilmek için yeterli düzeye gelmemiş olması ve bu nedenle sözlü
kültürün daha güvenilir olarak görülmesi, ehil olmayan kimselerin hadis
rivâyetiyle daha fazla meşgul olabileceği ve hadisleri aslına uygun olmayan
bir şekilde nakledebileceği endişesi ve hadis yorumlarının rivâyetleşmesi
korkusu gibi nedenler bulunmaktadır. Ancak bu gerekçeler arasında Arap
yazısının durumu kanaatimizce hadis kitâbetine yönelik karşıtlığın en
önemli gerekçesi olmuştur. Zira sözlü kültürün yaygın olduğu toplumlarda
yazı ve yazım araçlarının gelişiminin yavaş olması tabiidir.
Arap yazısının tarihî gelişimine bakıldığında, metinlerin okunmasını
ve hatasız bir şekilde aktarımını kolaylaştıran harekeleme ve noktalama
işaretlerinin Hz. Peygamber’in vefatını müteakip oldukça geç
diyebileceğimiz bir dönemde yaygınlık kazandığı görülür. Noktalama
işaretleri Hz. Peygamber döneminde bilinen bir husus olmakla birlikte,
yazıda uzun bir süre uygulama alanı bulamamıştır. Arap yazısının bu
gelişiminin, yazılı olan edebiyatın aktarılmasında bir kısım problemler
ortaya çıkardığı şüphesizdir. Hadislerin yazılmasına yönelik olumsuz
tutumların mevcudiyetine yönelik bu bilgiler, hadislerin Hz. Peygamber
döneminden itibaren hiç yazılmadığı ve hadislerin yazımına ilişkin
karşıtlığın toplumun geneline yayılmış olduğunu göstermez. Kanaatimizce
Hz. Peygamber ve sonrası döneminde hadislerin hiç yazılmadığını
söylemek aşırı bir görüş ise, aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde
hadislerin tümüyle yazıldığını söylemek de o kadar yanlıştır. Her şeyden
önemli olan husus, sözlü nakil ile birlikte hadis yazımının da rivâyetlerin
naklinde önemli bir yere sahip olduğu ve hadislerin yazımına yönelik
karşıtlığın da muhtelif gerekçelerle uzun bir süre devam ettiğidir. Ancak
bu karşıtlık hadislerin yazı ile kayıt altına alınmasına da engel olmamıştır.
Kitâbetü’l-hadîs (hadislerin yazılması) meselesinin bu çerçevede geniş
bir çerçevede ve tüm boyutlarıyla ele alınması bu hususun müşahhas bir
şekilde görülmesi açısından elzem olarak görülmelidir.
KAYNAKÇA
Agitoğlu, Nurullah. “Kültürel Bağlam Çerçevesinde Sözlü Kültürün Hadislere
Etkisi”. Türk ve İslâm Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi 6/23 (2019), 17-28.
Ahmed b. Hanbel. Kitâbü’l-ʿİlel ve maʿrifeti’r-ricâl. thk. Vasiyyullâh b.
Muhammed Abbâs. Riyâd: Dâru’l-Hancî, 2001.
Askerî, Hasen b. Abdillâh b. Saîd el-Alâî. Tashîfâtü’l-muhaddisîn. 3 Cilt.
Kahire: el-Matbaatü’l-Arabiyyeti’l-Hadise, 1982.
Aşık, Nevzat. “Sahte Sahabi Cafer ibn Nastur ve Sahifesi”. Dokuz Eylül
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 6 (1989), 405-414.
Âşıkkutlu, Emin. “Telkin”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 40/406-
407. İstanbul: TDV Yayınları, 2011.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 547
Aydınlı, Abdullah. “Hadis Karşıtlığının Yeni Gerekçeleri”. İslâm’ın
Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri Kutlu Doğum Sempozyumu 2001. Ankara:
TDV Yayınları, 2003.
Aydınlı, Abdullah. “Hadis Rivayetinde Yazının Kullanımı ve Güvenilirliği”.
Sünnetin Dindeki Yeri. 307-320. İstanbul: Ensar Neşriyat, 1995.
Aydınlı, Abdullah. “Sûü’l-Hıfz”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
37/587-588. İstanbul: TDV Yayınları, 2009.
Bağdâdî, Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Hatîb. el-Câmiʿ li-ahlâkı’r-râvî. thk.
Mahmûd Tahhân. Riyâd: Mektebetü’l-Meârif, ts.
Bağdâdî, Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Hatîb. el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye. Beyrût:
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1988.
Bağdâdî, Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Hatîb. Takyîdü’l-ʿilm. Beyrût: Dâru İhyâi’s-
Sünneti’n-Nebeviyye, 1974.
Bağdâdî, Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Hatîb. Târîhu Bağdâd. thk. Beşşâr Avvâd
Ma’rûf. 16 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 2002.
Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyn b. Ali b. Mûsâ. el-Medhal ilâ ’ilmi’s-
Sünen. thk. Muhammed Avvâme. Kâhire: Dâru’l-Yüsr, 2017.
Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl. el-Câmiu’s-sahîh. Riyâd: Beytü’l-
Efkâr ed-Düveliyye, 1998.
Câhiz, Ebû Osmân Amr b. Bahr b. Mahbûb el-Leysî. el-Beyân ve’t-tebyîn. 3
Cilt. Beyrût: Mektebetu’l-Hilâl, 2002.
Çetin, Nihad M. Eski Arap Şiiri. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü, 1973.
Çetin, Nihad M. “Yazı”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 3/276-286.
İstanbul: TDV, 1991.
Dalgın, Nihat. “İbn Lehîa”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 20/158-
159. İstanbul: TDV Yayınları, 1999.
Dârimî, Ebû Muhammed Abdullâh b. Abdirrahmân b. Fadl b. Behrâm. es-
Sünen. ed. Huseyn Selîm Esed ed-Dârânî. 4 Cilt. Kahire: Dâru’l-Muğnî, 2000.
Dârimî, Ebû Muḥammed ʿAbdullâh b. ʿAbdirrahmân. Sünenu’d-Dârimî. thk.
Ḥüseyin Selîm Esed ed-Dârânî. Suudi Arabistan: Dâru’l-Muğnî, 2000.
Dayhan, Ahmet Tahir. Hadislerde Tashîf ve Tahrîf. İzmir: Dokuz Eylül
Üniversitesi, Doktora Tezi, 2005.
Düzenli, Muhittin. Hadis Alma Yöntemi Olarak İcâzet ve Münâvele. Ondokuz
Mayıs Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2002.
Ebû Bekr İbnü’l-Arabî, Muhammed b. Abdullâh b. el-Arabî el-İşbîlî. el-
ʿAvâsım mine’l-kavâsım. thk. Ammâr Tâlibî. Kahire: Mektebetu Dâru’t-Turâs, ts.
Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as es-Sicistânî. es-Sünen. Riyâd: Beytü’l-Efkâr
ed-Düveliyye, 1998.
Ebû Yaʿlâ el-Halîlî, Halîl b. Abdillâh. el-İrşad fî ma’rifeti ulemâi’l-hadîs.
Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 1989.
548 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
Ebû Zür’a er-Râzî, Ubeydullâh b. Abdülkerîm. ed-Duʿafâ ve Ecvibetu Ebî
Zur’a alâ Sualati’l-Berzâî. thk. Muhammed b. Ömer el-Ezherî. Kahire: el-
Fârûkû’l-Hadîse, 2009.
Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Nasr b. Muhammed. Büstânü’l-Ârifîn. el-Kutubu’s-
Sekâfiyye, 1993.
Erul, Bünyamin. “Yorum-Rivayet İlişkisi: Yorumun Rivayete Katkısı ve
Rivayetin Yoruma Etkisi”. Günümüzde Sünnetin Anlaşılması [Sempozyum Tebliğ
ve Müzakereleri]. 97-114. Bursa: 2005.
Fesevî, Ebû Yûsuf Ya’kub b. Süfyân. Kitâbu’l-Ma῾rife ve’t-târîh. thk. Ekrem
Ziya el-Ömerî. Beyrût: Müessesetü’r-Risâle, 1981.
Görmez, Mehmet. Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında
Metodoloji Sorunu. Ankara: TDV Yayınları, 2000.
Hâkim en-Nisâbûrî, Ebû Abdillâh İbnü’l-Beyyi’ Muhammed. el-Müstedrekü
ala’s-Sahîhayn. thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ’. Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
1990.
Hâkim en-Nisâbûrî, Ebû Abdillâh İbnü’l-Beyyi’ Muhammed. Maʿrifetü
ʿulûmi’l-hadîs. thk. Muazzam Huseyn. Beyrût: Dâru İhyai’l-‘Ulûm, 1998.
Hamidullah, Muhammed. Hazreti Peygamberin Altı Orjinal Diplomatik
Mektubu [Bütün Eserleri; 2]. çev. Mehmet Yazgan. İstanbul: Beyan Yayınları,
1990.
Hamidullah, Muhammed. Hemmâm b. Münebbih’in Sahîfesi. çev. Talat
Koçyiğit. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1967.
Hamidullah, Muhammed. Mecmûʿatü’l-vesâʾikı’s-siyâsiyye li’l-ʿahdi’n-nebevî
ve’l-hilâfeti’r-râşide. Beyrût: Dârü’n-Nefâis, 1983.
İbn Abdilber, Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh Muhammed el-Kurtubî.
Câmiʿu beyâni’l-ʿilm ve fadlihî. 2 Cilt. Beyrût: Dâru İbn Hazm, 2003.
İbn Abdilber, Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh Muhammed el-Kurtubî.
et-Temhîd limâ fi’l-Muvattaʾ mine’l-meʿânî ve’l-esânîd. thk. Mustafa b. Ahmed
el-Alevî - Muhammed Abdulkâdir el-Bekrî. 24 Cilt. Mağrib: Vizârâtü Umûmi’l-
Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1967.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir b. Abdullâh. el-Musannef. thk. Saʿd b. Nâsır eş-Şetrî.
10 Cilt. Riyad: Dâru Künûzi İşbilîyâ, 2015.
İbn Hacer el-Askalânî. Lisânü’l-mîzân. thk. Abdulfettâh Ebû Gudde. 10 Cilt.
Dârü’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 2002.
İbn Hacer el-Askalânî. Tehzîbü’t-Tehzîb. 12 Cilt. Hindistan: Dâirâtü’l-
Meârifi’n-Nizâmiyye, 1908.
İbn Haldun. Mukaddime. çev. Halil Kendir. Ankara: Yeni Şafak Kültür
Armağanı, 2004.
İbn Hallikân, Ebü’l-Abbâs Şemseddîn Ahmed b. Muhammed. Vefeyâtü’l-a’yân
ve enbâu ebnâi’z-zeman [mimma sebete bi’n-nakl evi’s-semâî ev esbetehü’l-ayan].
Beyrût: Dâru Sadır, 1978.
HADİS KİTÂBETİ KARŞITLIĞININ TARİHİ ARKA PLANI 549
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim. Uyûnü’l-ahbâr. 4 Cilt.
Beyrût: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1925.
İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî. es-Sünen. Riyâd: Beytü’l-Efkâr ed-
Düveliyye, 1998.
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b Sa’d b Meni’ ez-Zührî. et-Tabakâtü’l-
kübrâ. thk. Alî Muhammed Ömer. Kahire: Mektebetü’l-Hancî, 2001.
İbnü’s-Salâh, Ebû Amr Osmân b. Salâh eş-Şehrezûrî. ʿUlûmü’l-hadîs. Beyrût:
Dârü’l-Fikr, 1986.
İşler, Emrullah. “Tashîf”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 40/128-
129. İstanbul: TDV Yayınları, 2011.
Kâdî İyâd. Tertîbu’l-medârik ve takrîbu’l-mesâlik. Mağrib: Matbaatu Fudâle,
1965.
Kâtip Çelebi. Keşfu’z-zünûn an esâmî’l-kütüb ve’l-fünûn. Bağdat: Mektebetü’l-
Müsennâ, 1941.
Koçyiğit, Talat. Hadîs Usûlü. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, 1967.
Müneccid, Selâhaddin. Dirâsât fî târîhi’l-hatti’l-ʿArabî münzü bidâyetih ilâ
nihâyeti’l-ʿasri’l-Ümevî. Beyrût: Dârü’l-Kitâbi’l-Cedid, 1972.
Ong, Walter J. Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi. İstanbul: Metis
Yayınları, 2013.
Râmhürmüzî, Ebû Muhammed b Hallâd Hasen b. Abdirrahmân. el-
Muhaddisü’l-fâsıl beyne’r-râvi ve’l-vâî. Beyrût: Dârü’l-Fikr, 1971.
Sezgin, Fuat. Arap-İslâm Bilimleri Tarihi. 2 Cilt. İstanbul: Prof. Dr. Fuat Sezgin
İslâm Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı, 2015.
Subhi es-Sâlih. Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları. çev. Yaşar Kandemir.
Ankara: DİB, 1981.
Şentürk, Recep. Toplumsal Hafıza Hadis Rivayet Ağı. İstanbul: Gelenek
Yayıncılık, 2004.
Tirmizî, Muhammed b. Îsâ. es-Sünen. Riyâd: Beytü’l-Efkâr ed-Düveliyye,
1998.
Toprak, Mehmet Sait. “İslâmî Gelenekte ‘Kitâbet’ Aleyhtarlığının Yahudî
Menşei Meselesi”. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 25 (2007),
147-175.
Ukaylî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Amr. ed-Du‘afâu’l-kebîr. thk. Abdulmut’î
Emîn Kal’acî. Beyrût: Dâru’l-Mektebeti’l-’İlmiyye, 1984.
Ustîrî, Cemal. et-Tashîf ve eseruhû fi’l-hadîs ve’l-fıkh. Mekke: Dâru Tayyibe,
1997.
Ünal, İsmail Hakkı. İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin
Hadis Metodu. Ankara: DİB Yayınları, 1994.
Ünal, Yavuz. Hadisin Doğuş ve Gelişim Tarihine Yeniden Bakış. Samsun: Etüt
Yayınları, 2001.
550 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 59 · SAYI: 2 · NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2023
West, David. Kıta Avrupası Felsefesine Giriş. çev. Ahmet Cevizci. İstanbul:
Paradigma Yayınları, 1998.
Yücel, Ahmet. Hadîs Istılâhlarının Doğuşu ve Gelişimi Hicri İlk Üç Asır.
İstanbul: M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1996.
Yücel, Ahmet. “Hadislerin Yazılmasıyla İlgili Rivayetlerin Tenkit ve
Değerlendirilmesi”. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 16-17
(2014), 91-121.
Zehebî, Ebû Abdillah Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman. Mîzânü’l-
iʿtidâl fî nakdi’r-ricâl. thk. Muhammed Rıdvan. 5 Cilt. Dımeşk: Muʾessesetu’r-
Risâle, 2009.